Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İnsan toplumunda kişiler kültürlü ve değerli olduğu oranda, o toplum uygar seviyeye yükselebilir. Türk ulusunun nasibinin bu esaslarda olması, hepimizin samimi dileği değil midir? Yazımı, Gazi. M. Kemal'in 1930'da söylediği bir cümlesi ile bitirmek istiyorum. Diyor ki: "Muvaffakiyetlerde ( başarılarda) gururu yenmek, felaketlerde ümitsizliğe mukavemet etmek ( karşı koymak) lazımdır."
Türk çocuklarının spor hayatını yükseltmeyi düşünürken, sadece gösteriş için herhangi bir müsabakada kazanmak emeliyle bir spor yapamazlar. Esas olan, bütün her yaştaki Türkler için beden eğitimini sağlamaktır. "Sağlam dimağ (bilinç), sağlam vücutta bulunur" sözünü atalarımız boşuna söylememişlerdir.
Reklam
Hiçbirinden eser yok şimdi :(
Türk çocukları her kavmin çocuklar gibi, doğdukları andan itibaren tabiatın kendilerinde yarattığı hareket ve faaliyete ellerin, kollarını, bacaklarını hareket ettirmekle başlarlar; sonra çocuk büyüyünce bulunduğu muhitin şartlarına göre tarlalarda, bayırlarda, tepelerde, kayalıklar içinde, ormanlarda koşar yürür, yaptığının ne olduğunu hiç düşünmeksizin bugünkü ilim dünyasının spor dediğini kendiliğinden yapar. Güreşir, ata biner, atlar, cirit oynar ve daha birçok milli sporları yapar.
"Beni milletim nereye isterse oraya gömsün, fakat benim hatıralarımın yaşayacağı yer Çankaya olacaktır"
Atatürk, yurtta sulh, cihanda sulh ilkesini uygulamaya önem vermiştir. Doğu ve kuzey devleriyle dost geçinmeyi ve batı komşularımız olan Balkan devletleriyle bir Balkan Paktı yapmayı ve Sadabat Anlaşması ile de, doğu komşu ve yakın devletlerle dostluk kurmayı, dış siyasetimiz için esaslı bir ilke olarak kabul etmiştir. O, aynı zamanda, devletçi bir prensip kabul ederek ülkeyi imar ettirmek ve ekonomik olarak yükseltmek için esaslı planların uygulanmasını sağlamıştır.
''Bana memleketimizin ormanlık güzel yerlerinden tanıdıklarını anlat, oralara gidelim, ağaçlar altında dolaşabileyim, basit bir hayata kavuşalım, arzum yeşillik ve ağaçlık fakat yaz kış yeşil duran ağaçlar arasında olmaktır'' diyen ıstırap dolu, hasta sesi hala kulaklarımda akisler yapıyor.''
Reklam
27 Aralık 1919 günü Mustafa Kemal Ankara'ya gelmese idi, bugünkü Ankara'yı bizler göremeyecektik. Fakat belki de yalnız Ankara'yı değil, bütün bir bağımsız Türkiye'yi göremezdik. Bu yurdu, O'nun birleştirici fikri ve ideali etrafında toplananlar kurtarmıştır. Bugün bu tarih, yılların arkasında kaldı. Ancak şimdi bu tarih olan olayları çocuklarımıza anlatmak borcumuzdur.
Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara'ya gelerek bu topraklara ilk adım attığı anı 13 yıl sonra tazelemek için tören yapıyordu. Atatürk'e haber verdiler ve Yenişehir'deki Zafer Meydanı'na bakan Kılıç Ali Bey'in evinden töreni kendisi de seyretti. Ankaralı seymenler, ulusal giysileriyle, atları üzerinde Dikmen yönünden geldiler ve Zafer Meydanında gösteri yaptılar. Atatürk, bunları sessiz bir heyecanla seyretti, gözleri dolu günü yeniden yaşadı. Vatan için mukaddes bir fikirle yolculuğa inanarak çıkan insanların mutlaka başarılı olabileceklerini tekrarladı. O, bu vesile ile büyük Ankara hemşerisi Rifat Börekçi Hoca'yı şükranla anmıştı ve Ankaralı hemşerileri adına muhterem Hoca'nın maddi ve manevi yardımlarını tekrar söylemişti. Rifat Hoca'yı Ankaralıların bir sembolü olarak gören Atatürk, onun açık, ileri fikirliliği ve vatanperverliği üzerinde o gün uzun uzun konuşmuştu.
10 Kasım 1938'de, saat 9.05'te ruhunu teslim etmiş, Tanrı'nın verdiği ömür böylece sona ermiştir. Doğanın değişmez yasasına boyun eğen Atatürk, hastalığının en ağır evrelerinde dahi, iyilikten bahsetmiş, devlet ve ulus işleriyle uğraşmış ve daima olduğu gibi olumlu konuşmuş ve etrafına güven vermek istemiştir.
Hasta yatağında beş yıllık iktisadi programı konuşuyor Celal Bayar ile
''Biliyorum doktorlar yine istirahat tavsiye etmişler'' dedikten sonra sert olarak, bunlar beni yormuyor, bilakis hayat veriyor. Bunları da otur da sonuna kadar sen de dinle'' dedi.
Reklam
"Benim naçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." Böyle dedikten sonra da, "Milletim beni istediği yerde yatırsın, yeter ki beni unutmasın" demiştir.
Doğanın değişmez yasasına boyun eğen Atatürk, hastalığının en ağır devrelerinde dahi, iyilikten bahsetmiş, devlet ve ulus işleriyle uğraşmış ve daima olduğu gibi olumlu konuşmuş ve etrafına güven vermek istemiştir.
İlk hafif komayı o zaman atlatmıştı. Ertesi sabahki izahlarında, "Demek ölüm böyle olacak" diye uzun uzun gördüğü rüyayı anlattı. Rüyadaki olay, Selanik'te ihtilale ait bir komitecilik vakası idi. "Salih'e söyle, ikimiz de kuyuya düştük. Fakat o kurtuldu" demişti.
Sayfa 21
Odaya girdiğim zaman, Atatürk yatağında oturuyor, Celal Bayar da anlatıyordu. Atatürk bana, "Otur, sen de dinle" dedi. Bir müddet sonra, doktorun önerisini yerine getirmek istediğim zaman, karşımda hasta bir Atatürk kalmamıştı. O, tamamen ülke işlerine kafasını vermiş, maddi ıstırabını unutmuş bir halde: "Biliyorum doktorlar yine istirahat tavsiye etmişler" dedikten sonra sert olarak, "Memleketin en mühim ve esaslı işlerini konuşuyoruz, bunlar beni yormuyor, bilakis hayat veriyor. Bunları otur da sonuna kadar sen de dinle" dedi.
Sayfa 20
Peygamber hakkında 1926 yılında şöyle diyordu: -O, Allah' ın birinci ve en büyük kuludur.Onun izinde milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonuna kadar o ölümsüzdür. (Mustafa Kemal Atatürk)
Sayfa 166Kitabı okudu
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.