Dikkat spoiler içerir.
Önceliği Arap Baharı sonrasında Suriye Türkiye ilişkilerindeki gelişmelere veren, ama tarihi olarak da Suriye ile ilgili detaylı bilgiler veren bir araştırma eseri. Milattan önce 2500 yılından itibaren, Suriye topraklarında egemen olan devletler, 1. Dünya savaşı ve sonrasında Suriye tarafındaki ayrılıkçı hareketler, Fransız mandasından sonra bağımsız olmasından itibaren ülkede yaşanan askeri darbeler, bir dönem Mısır ile birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti'ni kurmaları, en sonunda Baas partisi üyesi olarak Hafız Esad'ın yönetimi ele geçirmesi anlatılıyor. Sonrasında yaşananlar, Beşşar Esad'ın başa geçmesi, ülkenin ithalat ihracat kalemleri, yeraltı zenginlikleri, komşuları ile olan ilişkileri anlatılmaya devam ediliyor. Ülkemiz ile olan Hatay, Su ve PKK sorunları, Baas partisi yani Esad yanlısı politikacılar ve din adamları, muhalefet tarafındaki siyasiler ve din adamları tanıtılıyor. Son olarak muhaliflerin başlattığı isyan hareketinden sonra Beşşar Esad'ın yaptıkları, ülkemizin konuya bakış açısı detaylıca irdeleniyor ve zamanında yapılan tarihi anlaşma metinleri ile de destekleniyor. Ciddi manada kaynaktan yararlanılan bu araştırma eseri konuyu merak edenlerin detaylı bilgi edinebileceği bir kaynak.
1950 Suriye Anayasası, Suriye'nin "Arap ulusunun bir parçası" olduğunu ilan etti. Aynı formül daha sonra Mısır, Irak ve Kuveyt'te kabul edildi. Pan-Arabistler için, sadece Mısır'daki -onların deyimi ile- fıravunizm değil aynı zamanda diğer ülkelerdeki benzer hareketler de dar görüşlü, ayrılıkçı ve Arap Birliği ülküsüne zararlıydı. Bu hareketler aşağılayıcı bir şekilde, kabaca "ulusal hizipçilik" anlamına gelen, yenilenmiş bir ortaçağ terimi olan Şuubiyye diye tanımlandı. Bazen de bunlara bilfiil karşı çıkıldı, tıpkı o dönem Birleşik Arap Cumhuriyeti'ne bağlı Suriye'de olduğu gibi. Şam'daki Adonis Sineması'nın adı Belkıs olarak değiştirildi ve Arami uygarlığına yapılan her ithaf; anti-pan-Arabist, muhalif Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi'ne desteğin kanıtı olarak kabul edildi.
Uluslararası Hukuk Yok Devletlerarası Hukuk Var Bir diğer hatırlatma da arkadaşların sözünü ettiği uluslararası hukuka dairdir. Bana göre uluslararası hukuk yoktur, devletlerarası hukuk vardır, devletlerin hukuku vardır. Türk devlet hukuku, ulusal hukuk değil devlet hukukudur. Ve bir devletlerarası hukuk vardır. Birleşmiş Milletlerin Hukuk'u
Orhan Pamuk’un “Kafamda Bir Tuhaflık” adlı romanının kritigi
Orhan Pamuk, nobel almış bir yazardır. Ancak tasvip etmediğim politik duruşu ve mütemadiyen intihal ile suçlanması nedenlerinden ötürü onu her zaman antipatik bulmakta ve bu hissiyatımı yenememekteyim.
Daha önce üç kitabını okumuş olduğum Orhan Pamuk’un bu kitabında şaşırtıcı şekilde
Self determinasyon;
Uluslararasi hukuk cercevesinde "Tum halklarin siyasi, ekonomik Ve sosyal rejimlerine Karar verme serbestligi " olarak
Tanimlamistir
Self determinasyon ilkesinin kokeni 4 temmuz 1776 Amerika bagimsizligina dayandirilirken 1789 Fransiz devrimiyle esas olarak sekillendirildigi dile getirilmistir .
1.Dunya Savasi sonunda Woodrow Wilson tarafindan ortaya konulan 14 ilke arasinda yer verilmesiyle olusmustur
Dunyada ulkelerin sadece 20 tanesinde etnik olarak homojen Bir durum soz konusu
Ulkelerin %40 Dan fazlasi 5 veya daha cok etnik yapidadir
Ispanyada 17 ozerk 2 ozerk Kent
Italya 5 ozerk 20 idari bolge var
Bir teror orgutunde hava araci kullan ilk orgut IRA olmustur (1974)
Bruksel Merkezli Federal 3 ana topluluk kendine has marslari , bayragi , parlemento
Millet olmak, yani farklı dil,örf, âdet, geleneklere sahiplik İslam toplumunun evrensel ilkelerine tezat oluşturmadığı gibi,bu tam aksine ilahi kuralın gereğidir. Yani aslında millet-ulus anlayışına karşı çıkmak İslama ters düşmektedir. Dolayısıyla farklılıkları yok etmek,"Sünnetüllah"a müdahaledir.Bilmeden bunu savunmak,yeltenmek hata,bilerek buna kalkışmak Allah'a karşı gelmek, dolayısıyla ilahi sistemi reddetmektir. Kur'an'ı Kerim'de; "Ey insanlar, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık; birbirinizi tanımanız için,sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.Allah yanında en üstün olanınız günahlardan en çok uzak olanınızdır.Allah bilendir ve haberdar olandır.(Hucurat,13) denilmektedir. Bu ayetle Cenab-ı Allah bizlere,bizleri farklı kılmaktaki amacının bir imtihan olduğunu işaret etmektedir.Yani demektedir ki; bu duygular, farklılıklar aranızda husumete sebep olmasın, sakın bunlara bakarak aldanmayın.Fakat insanlık ve medeniyetin bir tamamlayıcı parçaları ve zenginlik olsun; bunlarda aşırı gidip farklılıkları kutsallaştırmayın!
Gözü açılmış bir tarihçi bir gün bana, "her küçük balık için daha da küçük bir balık bulunur" demişti. Gerçekten de ayrılmanın sağlıklı bir çözüm olduğu kabul edildiği andan itibaren "dilimleme"nin sona ermesi için bir neden kalmaz...
Türkiye, ilkin kendi içinde bütünleşme sürecini tamamlamak zorundadır. ABD'de yirmiden fazla etnik grup var, çoğunun okulları,dernekleri,gazeteleri var, ama orada siyasî ayrılıkçı hareketler çok zayıf; neden? Herkes anayasanın sağladığı garantiler altında ve sınırları içinde kendini özgür hissediyor; işsizlik ve enflasyon oranı o kadar düşük ki, Afro-Amerikalı bile tüm sosyal ayrımlara rağmen devlete bağlıdır. Evet, ABD'yi bölünmez yapan şey, Anayasa özgürlükleri ve ekonomik refahtır.
“Ama Türk ulusal hareketini Osmanlı İmparatorluğu'ndaki diğer ulusal hareketlerden ayıran en derin fark devlet sorunudur. İmparatorluğun Türk olmayan milliyetleri merkezi devletle aralarına mesafe koyma, daha fazla özerklik isteme, bağımsızlık talebinde bulunma gibi eğilimler göstermiştir. Bunun sonucunda kendi devletlerini kurmayı hedefleyen ayrılıkçı hareketler ortaya çıkmıştır. Türkler içinse sorun değişikti: Çünkü ortada, geniş anlamda, Türk olduğu söylenebilecek bir devlet vardı. Merkezi devlet ile ulusal Türk devleti uyuşabilecekler miydi ve bu hangi biçimde olacaktı? Mevcut devletin Türk ulusal tasarısına tamamen uyması mümkün müydü? Burada, merkezi devletten aynlmayı değil, onu ulus-devlet şemasına uyduracak biçimde dönüştürmeyi hedefleyen "reformist milliyetçilik" olgusu karşımıza çıkıyor. Genellikle yanlış yorumlanmış Kemalist "inkılapçılık" anlayışını bir devrimden çok, böyle derinlemesine bir dönüşüm olarak anlamak daha doğru olur.”
François Georgeon, Osmanlı-Türk Modernleşmesi 1900-1930
Çeviren: Ali Berktay
Tek bir gruptan ziyade bir kategoriyi ifade eden yahudi fundamentalistleri, modernizm karşısında asimile olmamış ya da olmayı reddeden, Yahudiliğin modem öncesi formlarına dönme arayışındaki yahudileri ifade eder. Günümüz yahudi toplumlarında farklı şekillerde tezahür eden fundamentalizm başlıca üç sınıfa ayrılabilir: Haredi (Haredim) yahudileri,