Çok yüksek ünvanı olan insanlar ,modaratör hanımla, bana söz hakkı vermiyorsunuz diye münakaşa ediyorlar, şaşıyorum cidden. Cidden Başak hanımda üstün bir sabır var. Yani bana az söz verdin diye söylenen yüksek ünvanlı insanlara eşit söz hakkı veriyor ama yine yaranamıyor.
Sultan Abdülaziz'in mabeyncilerinden olan Hafız Mehmet Efendinin iftiralara karşı neşrettiği bu eser Sultanın katlinden bu yana yapılan müdafaaların ilki sayılabilmektedir. Bir diğer özelliği Şehit Sultanı müdaafa edecek eserlerin günümüze kadar yok denilecek kadar az olmasının dışında gözüyle gördüğü vakaları Naşirin nakletmesi büyük ehemmiyet taşımaktadır. Sultan Abdulaziz milli tarihimizin en büyük şahsiyetlerinden biridir. Onu bir nebze anlamak isteyenlerin bu esere bakması kafidir
...Birkaç kilometre sonra, yolun sağından yürüyen üç adam gördüm. Buralarda ne bir ev, ne de başka bir bina vardı. Zifirî bir sessizlik ve zifirî bir karanlık. Yavaşladım. Onlar da yavaşladı. Dönüp baktılar. Farların arkasındaki bana. Arabadan indim. Büyük ihtimalle civardaki bir köyde yaşayan çiftçilerdi. Biraz sarhoşluk vardı üzerlerinde. Hiç konuşmadan yürüdüm adamlara doğru. Elleri ceplerinde, durmuş bana bakıyorlardı. Yol soracağımı sanıyorlardı herhalde. Bana en yakın olanın sakalı vardı. Aramızda iki metreden az bir mesafe kalmıştı... Ağzımı kapatıp burnumdan nefes aldım. Sağ ayağımı yere sağlam basıp sol bacağımla kasıklarına bir tekme attım. Diğerleri ne olduğunu anlayamamıştı. Tekmelediğim adam olduğu yerde dizlerinin üstüne çöktü. Biraz gerisinde ve çaprazında olana da yere çökenin dizlerinin toprağa değdiği anda bir yumruk attım. Şakağına gelmişti. Üçüncü adamsa artık bir kavganın içinde olduğunun ve böyle giderse kendisinin de bir darbe alacağının bilincine geçen beş saniye içinde varmış olacak ki korumasız olan sağ tarafıma, boynuma bir yumruk attı. Şakağına vurduğum kendine gelmişti. Ve o da mideme vurdu. Sakallı hâlâ yerde kıvranıyordu. Yaklaşık beş dakika boyunca birbirimize vurup, tekmeler attık. Bir ara üçü de yerdeydi. Galiba attığım kafanın etkisiyle adam diğerinin üstüne düşmüştü. Ve onların o bir anlık yerdeki durumlarını görünce çalışır durumda bıraktığım arabaya binip geri vitese taktım. Elli metre öyle gittim. Sonra da arabanın burnunu evin yönüne çevirip gaza bastım. Geri geri giderken kafamı arkaya attığımdan adamların ne yaptıklarını göremedim. Birkaç ses duydum yalnızca. Birkaç bildiğim küfür. Ve arabayı döndürüp dikiz aynasından baktığımda, karanlığın içinde elli metre uzaktaki insanları aramanın yararsız olduğunu anladım. Tamamen simsiyahtı dikiz aynası. Hiçbir ışık. Hiçbir hareket. Her şey bitmişti!..
Ayaklananlarla ayaklanmayı bastıranlar asla eşit silahlarla çarpışmazlar!.. Ayaklananların bir kaç atımlık barutları ve feda edilecek çok az adamları vardır. Kurşunlar boşalınca yeni palaska, fedailer ölünce yeni fedai bulunmaz. Bastıranlar, bir ordu ile geldiklerinden ölen beş-on askere acımazlar. Ölenlerin yerini dolduracak neferler, boşalan palaskaların arkasından dolu palaskalar hazırdır... Ordu, arkasını hazineye dayağından, atacağı mermi ve topların hesabını yapmaz... Kısacası, ayaklanma, yüze karşı birin çarpışmasıdır!..