26 MART 2024
Olm siz adam akıllı insanlar olsaydınız hiç kadınları bu sohbete dahil etmez konuyu uzatmadan Burhan ve babamla konuşurdunuz ama siz naptınız yine her zamanki gibi kendinizi büyük gördünüz. Neyse Allah büyüktür elbet bir gün hakkımız sorulacaktır. Tamam belki bu hırsızlık olayı tam gün yüzüne çıkmamış olabilir ama biz sizin ne olduğunuzu çok çok
Nüvisin kırık saç uçları
Yazıcım kabahat geçti masanın başına eli tetikte bekliyor, duyduğu her şeyi ağır aksak nefes seslerini yazabilse onuda düşecek sayfalara. Hasta kadın nefesinin son demlerini verirken yazıcısı kabahat işlediği suçların kefaretini üslenemeden devam ediyor sayfaları tüketmeye. Senesinden pek emin değilim yaşlı hafızam da unutmuyor; Okula gitmek için her gün babamdan izin isterdim değilde öğrenmek isterdim bugün okula gidebilecek miyim diye. Korkuyorum telaşım küçük ya gitme derse, zaten çok geri kaldım defterimin birçok yeri boş, dolu olan kısımlarından az biraz da olsa bahsetmek isterim.Güzel saçlarım sırma uzun upuzun saçlarım bitlenmiş kelimesini yakıştıramıyorum pislenmiş. Bir gün sofranın başındayız biliyorum başıma gelecekleri de susuyorum saçımı ateşe vermişcesine bir kaşıntı tuttu, dedim içimden kızım tut kendini elim gitti gidecek başımda ufak ufak kıpırdamalar çaktırmadan kaşımalar. Kardeşim ufaktır tefektir biraz da boş boğazdır demesin mi ablam bitlenmiş, sil baştan pislenmiş keşke demeseymiş. Babam ve saçlarım arasındaki bakışma sonucunda kararı sıfıra vurmak oldu. İyi adamdır babam meşrebi sert olsada iyi. Defterimin birçok yeri boş dolu olan kısımlarından az biraz da olsa bahsetmek isterim, kel kafa oğlan çocuğu karşı takımda eksik varmış seni çağırıyor maça vesaire vesaire vesaire. Alınmam gücenmem desemde burkuldum azıcık içten. Bugün gidemedim okula, okuma yazma öğrenebilecek miyim bilmiyorum anne sana ve gittin yer nere nereyse oraya düzinelerce mektup yazıp gönderebilecek miyim bilmiyorum.
Reklam
Uslu çocuk
benden bir öykü... Portakal ağaçlarının çiçeklenen siluetini seçmekte zorlandığımı itiraf etmeliyim. Ama normal. Kış günüydü. Yağmur şarıl şarıl yağmaktaydı. Kışın her zamankinden daha erken geldiğini söylemişti babam. Annen o kadar çok parfüm sıkıyor ki ozon tabakasının delinmemesi mucize olurdu, diye eklemişti. Bunu söylerken, sol
"ANLAYAMADIM..."
- "...En çok annemin haline üzülüyordum; akşamları oturduğu kanepede yeri boş kalmış babamın adı evin içinde dolaştıkça. Büyüteceği, okutacağı, evereceği birçok çocuk kalmıştı geride. Kimisi henüz askerliğini yapmamıştı, ikisi nişanlıydı; ben de henüz altı yaşındaydım. Annemin bunca yükün altından nasıl kalktığını otuz yaşımdan sonra daha iyi anlayamadım. Anlayamadım çünkü babamdan kalan emekli maaşıyla bir tek ay aksatmadığı elektrik faturası, her ağustos ayında aldığı bir ton kömür ile yarım ton oduna verdiği peşinat hala aklımı kurcalar. Sanırım on yıl boyunca giydiği o tek pembe çiçekli şalvardı bütün isteklerimizi yerine getiren şey. Aklım ermeye başladıkça annemin artık sadece bir anne değil yarısının da baba olduğunu fark ediyordum. İşte bu yüzden ona bir şey olmaması için azıcık hasta olduğunda ecza dolabındaki bütün ilaçları içirmeye çalışıyor, ısrarım karşısında kaşlarını çatsa da ağrıyan başına yara bandı bile yapıştırmaya kalkışıyordum..." (Bülent Parlak, Annesizler Günü Mutluluğu, izdiham.com)