Home
Search
What to Read?
Sign In
Sign Up
Shopping
Explore
Books
Authors
Readers
1000Kitap Android ApplicationFREE – Download from Google Play
1000Kitap iOS ApplicationFREE – Get it from App Store
©2024 · 1000Kitap Web Application · 2.37.24
Abdulbaki GÜRBÜZ
Abdulbaki GÜRBÜZ
@bakigrbz15
ankara, moskova, petersburg, şimdi istanbul
Öğrenci- Galatasaray Üniversitesi
Yüksek Lisans
Sultandağı, 22 November
362 reader point
Joined on September 2018
Reşat Nuri Güntekin'in muhteşem eseri....
Dram seven biri olarak böyle bir eseri beğenmemek elde değil. Kitabın her sayfası size öyle farklı duygular yaşatıyor ki, yeri geliyor Lamia'ya kızıyor, yeri geliyor Kenan'a kızıyorsunuz. Kitabın sonu çok etkileyiciydi. Aşkın dudaklarda bir gönül eğlencesi olduğunu düşünen Hüseyin Kenan, aşkı dudaktan kalbine indiriyor ve müthiş bir ask hikayesi başlıyor. En çok etkilendiğim romanlardan birisi oldu. En az Çalıkuşu kadar etkiledi beni.
Okurken okuyucuyu sıkmayan, sizi İstanbul sokaklarında dolaştıracak, dedesinin ölümüyle yaşadıklarını anlatan bir adamın iç sesiyle okuyabileceğiniz atıştırmalık bir eser. Seviyorum arada bu tarz yeni nesil yazarlardan kitaplar okumayı. Kitabın içerisinde bazı olayların gidişatını tahmin edebiliyorsunuz, bu yüzden biraz puan kırdım.
Simdi efendim nerden başlasam bilemiyorum. 'Çalıkuşu' bir roman değil, bir romandan çok daha fazlası. İncelememe geçmeden önce kısaca bahsedeyim ki okuması oldukça keyifli, inanılmaz derecede akıcı bir kitaptı. Yoğun duygular yaşatan, Reşat Nuri'nin kaleminden dökülen her eser gibi okurken keşke daha önce okusaydım dediğim
Reader Follow Recommendations
Okurken keyif aldığım kitaplardan birisiydi. Ankara'da önceki üniversite hayatım boyunca 3 yıl yaşadım. Taşını toprağını bildiğim için okurken kendimi Ankara'da gibi hissettim. Yakup Kadri'nin bu eseri 3 bölümden oluşuyor. Kurtuluş Savaşı öncesi dönem, Milli Mücadele ve hemen sonraki dönem ve Kalkınma dönemi olmak üzere 3 kısım var. Her bölümün kendine has ayrı bir tadı vardı. Olaylar kitabımızın baş kahramanı Selma Hanım üzerinden verilmiş. Özellikle Milli Mücadele döneminde atalarımızın bu topraklar için gösterdiği çaba insanı duygulandırıyor, aynı şekilde Cumhuriyet sonrası bir ulusun yeniden ayağa kalkması için yapılan yatırımlar, verilen emekleri görünce insan kitabı okurken farklı ruhiyete bürünüyor. Kitabın 2.kısmında yanlış batılılaşmaya da yer verilmiş. Getirilen inkılapları yanlış yorumlayan halk giydiği kıyafetle, yaptığı danslarla batılı ve modern olacağını düşünmüş, bir kesim de savaş sonrası toplumdan uzaklaşarak zevk ve sefa içinde yaşamış. Yanlış batılılaşma kitapta da eleştiriliyor. Kitabı kesinlikle okumanızı öneririm.
Mükemmel bir kitaptı. Kitabın sonuna geldigimde keşke bitmeseydi de okumaya devam edebilaeydim dedim. Kitabı okurken çok keyif aldım. Adını hep duyduğum ancak okumaya bir türlü fırsat bulamadığım Refet'i sonunda bitirdim. Fatma Aliye edebiyatımızdaki ilk kadın yazar, Halide Edip'in gölgesinde kalmış ismi çok ön plana çıkmamış ancak kalemi çok güçlü.
Refet adlı eseri tamamen gerçek bir hayat hikayesinden yazılmış. Sadece isimlerin değiştirildiğini söylemek isterim. Kitap kadın dayanışmasını, Refet'in öğretmen olmak için çektiği zorlukları, samimi arkadaşlıkları, bitmeyen komşulukları anlatıyor. Kitapta erkek karakterlere çok az yer verilmiş. Okurken Refet ve annesi Binnaz'ın çektiği zorlukları iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Kutsal bir meslek olan öğretmenliğe verilen değeri, dönemin güzel İstanbul'unu keşfedeceksiniz. Eskiden kaliteli öğretmen okullarının olduğunu öğreneceksiniz. Gerçek bir hayat hikayesi olaylar değiştirilmeden sizlere anlatılmış. Kesinlikle okumanızı öneriyorum.
İspanyol bir girişimci olan Marc Vidal'in 17 yaşında Paris'e gidip hayatını nasıl değiştirdiğini anlatan güzel bir kitap. Gerçek bir hayat hikayesi olduğu için beğendiğim yanları var. Genel olarak kişisel gelişim ve başarı hikayesi anlatan kitapları çok sevmem ancak bu kitabı beğendiğimi söyleyebilirim. 17 yaşında Paris'te cebinde kuruş parası yokken Cinli bir sokak sanatçısını görüp onunla ve ekibiyle büyük isler başardığını okumak keyif vericiydi. Marc'ın en beğendiğim görüşü herkesin yeteneklerine göre iş ve hayat seçimi yapması gerektiğini vurgulamasıydı. Yeteneklerine göre çaba gösterebilen her insan parayı kazanır sözünün doğruluk payı bulunuyor. Ancak Marc şans faktörünü, bulunduğu konumu ihmal ederek insan isterse başarabilir düşüncesiyle kitapta okuyanlara moral ve enerji vermeye çalışmış. Maalesef istemekle her şey olmuyor. Yine de çerezlik okumanızı önerebileceğim bir kitap.
Tek kelimeyle bayıldım diyebilirim. Kitap o kadar güzeldi ki bas kısmında düşündüklerim ile kitabı bitirirken düşündüklerim arasında dağlar kadar fark var. Beni bu şekilde şaşırtan kitapları seviyorum, sonunu tahmin edemediğim kitapları da seviyorum. İste bu eser onlardan bir tanesi. Acımak, Anadolu'nun bir mecrasında yasayan Zehra öğretmenin yıllar sonra babasının cenazesine gitmesiyle babası hakkında hayati boyunca bilmediği sırları öğrenmesini konu edinmiş. Bir olay örgüsü ancak bu kadar güzel olabilirdi. Kesinlikle okumanızı öneririm.
Okuduğum 3. Cengiz Aytmatov kitabiydi. Diğer iki kitabında olduğu gibi ‘Elveda Gülsarı’ isimli kitabı da beni çok etkiledi. Hiç sıkılmadan okudum. Kitap eski Kırgız askeri Tanabay’ın ana yurdu Kırgızistan’a döndükten sonra Sovyet-Sosyalist bir devletteki yaşamını ve aralarında güçlü bir bağ kurduğu atı Gülsarı ile olan ilişkisini anlatıyor. Tanabay’ın Gülsarı ile kurmuş olduğu bağ o kadar güzel ve içten ki okurken duygulanacaksınız. Aytmatov kitabında ayrıca o dönemin Kırgız-Sosyalist Cumhuriyeti’ni de ağır eleştirmiş. Bakılmayan köyler, devletin sürekli sözler verip yerine getirmemesi, makamlara yanlış insanların gelmesi, fakirlik sosyalist komünist bir rejimin dedikleriyle yaptıklarının ne kadar zıt olduklarını bizlere gösteriyor. Kesinlikle on puanı hak eden bir eser. Başka okumalarda görüşmek üzere Aytmatov.
İstanbul'a geldiğim ilk günlerde Peyami Safa'nın İstanbul'un eski zamanlarındaki bir ask ve macera romanı olan 'Canan'ı okumak bana da nasip oldu. Psikolojik tahlilleri Türk Edebiyatı'nda kendisinden daha yapan bir yazar olduğunu düşünmüyorum. İnsanoğlu var olduğundan beri birbirini aldatıyor. Bu roman insanoğlunun tek eşliliğe karşı zaafının olduğunu, aldatmanın ve ahlaksızlık yapmanın insanoğlunu felakete sürükleyeceğini gösteriyor. Bu romanı okurken Canan adlı karaktere çok sinir olabilirsiniz. Farkında misiniz bilmem ama etrafımızda Canan gibi bir sürü kadın var. Hırsın pis yüzünü böylelerinde görürsünüz, tüm erkekleri elde etmek ister, paraya ve mücevhere tapar, kendisini tapılacak varlık olarak görür, narsistligin zirvesini yasarlar. Aşağılık insanoğlunun kibirli, narsist ve bencil yapısını bu karakterde göreceksiniz. 'Bedia' isimli karakterde de insanoğlunun dürüst, güven veren özelliklerini keşfedeceksiniz. Herkes yaptıklarının bedelini mutlaka ödüyor. Biri size karşı ahlaksızlık yaptıysa, hayat intikamını bir şekilde alıyor. İste Bedia'yi aldatan Lemi de bir gün kendisi Canan tarafından büyük ihanete uğruyor. Büyük bir hayat dersi veriyor aslında bu kitap. Siz iyi düşünün, iyi davranın, kimseye ihanet etmeyin, kimsenin duygularıyla oynayıp ahını almayın yoksa hayatta yüzünüz gülmeyecek diye haykırıyor adeta bu kitap. Ayrıca eski İstanbul'u hissetmek isteyenler için içerisinde güzel betimlemelere de yer vermiş Peyami Safa. Tek eleştirebileceğim nokta, kitabin sonu böyle bitmemeliydi. Onun dışında oldukça akıcı bir anlatımı var. Okumanızı mutlaka öneririm.
50 sayfalık bir saatte okuyabileceğimiz çerezlik kitaplardan bir tanesi. Aslında basit bir konusu ve anlatımı var gibi görünüyor olsa da insanın hayal gücünü harekete geçiren harika bir eser.
Hiç düşündünüz mü insanlar yaşlı olarak doğup, bebek olarak ölselerdi, ne olurdu? Toplumun bazı normlarını sevmesek de topluma uygun yaşamak zorundayız. Eğer toplum tarafından dışlanırsak bunun psikolojik etkisi bizler üzerinde yıkıcı olabilir. İşte Benjamin Button'da bu zorlukları yaşıyor. Çünkü o, yaşlı olarak doğdu. Hal ve hareketleri insanlar tarafından hoş görülmüyor ve bunun zorluklarını yaşıyor.
Scott Fitzgerald'in bu kitabından çıkardığım bir sonuç da şu: İnsanın akıl yaşı ne olursa olsun, deneyimleri ve yaşanmışlıkları ne olursa olsun, insan kendi akranlarıyla her zaman daha iyi anlaşır. Benjamin Button ilk doğduğunda dedesi ile tütün içti, babasıyla aynı yasa gelince partilere katıldı, kendi çocuğu ile ayni yaşa gelince birlikte üniversiteye gittiler. Hiç bir zaman meydana gelmeyecek bu ütopik olayı düşünmek bile hayal gücümüzün sınırlarını zorluyor. Yaşlı olarak doğsak, zaman bizi geriye götüreceği için öleceğimiz zamanı biliyor olacağız, bunun insan psikolojisini ne kadar bozabileceğini bir düşünün. İnsanlar ölecekleri zamanı bilmedikleri için bu kadar rahat yasayabiliyorlar, ama Benjamin Button için bu durum tam tersi. Aykırılıkları sevdiğim için kitabi çok beğendim diyebilirim. Sizlerin de okumasını öneririm.
Benjamin Button'ın Tuhaf HikayesiF. Scott Fitzgerald · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202021.5k okunma
1904 Rus-Japon savaşında bir askerin günlüğünden çıkanlar kardeşi tarafından da tamamlanarak kitap haline getirilmiş. Askerin savaş sırasında kaleme aldığı bu notlar savaşın acımasızlığını gözler önüne seriyor. Okurken kendinizi savaşın ortasında çaresiz hissediyorsunuz. Çocukken pek kafa yormasam da büyüdüğümde savaş üzerine çok düşündüm. Savaşın haklı bir tarafı olamaz, savaş bu dünyada üstün varlık olarak kabul edilen insanın onurunu zedeler. Savaşın kazananı yoktur aslında, her iki taraf da hem psikolojik hem fiziksel anlamda zarar görür. Savaşın acımasız yüzünü görmek isteyenler bu kitabı okumalı. Bir günde okuyabileceğiniz bu eseri mutlaka okumanızı öneririm. Zaten kitap mektuplardan toplama seklinde oluşturulmuş, anlatım doğal ve akıcı. Okurken çok keyif aldım diyebilirim.
Beklentimi yüksek tuttuğum kitaplardan birisiydi fakat aradığımı çok bulamadım. Yine de kötü bir kitap değil, içinde çıkarılacak birçok ders barındırıyor. Veronika, hayatın rutinliğinden sıkılmış ve intinhar etmek isteyen 24 yaşında genç bir kız. İntihar girişimi başarısız olunca akıl hastanesine yatırılıyor ve orada tanıştığı kişiler sayesinde
Hayatın günlük koşusturmasına, stresine öyle dalmıştım ki beni çocukluğuma götürdü bu kitap. Uzun zamandır aklımda uçup giden küçükken top oynadığım mahalleme geri götürdü. Derdin tasanın olmadığı günlere götürdü. Büyüyünce anlamsız gelse de küçüklerin kendi aralarında bazı kuralları vardır. Arkadaşlar arasında bu kurallara uyulur, hayatın gerçekleri o yaşlarda bilinmediği için ütopik veya saçma ne derseniz deyin amaçlara tutunulur. İşte Pal Sokağı Çocukları'nın oyun oynadıkları, buluştukları, kısacası her şeylerleri olan arsayı savunmalarını anlatıyor bu kitap. Yazar karakterleri öyle güzel işlemiş ve seçmiş ki sadece çocukluğunu sokakta geçirenler anlayabilir bu kitabı. Kitabın sonu gerçekten çok güzeldi. Boka'nın ve Nemecsek'in dostluğu hiçkimsenin anlayamayacağı şekilde güzeldi. Boka'nın lider olmasına rağmen yumuşak bir kalbinin olması, herkes tarafından küçük görülen bazen de alay edilen Nemecsek'in hiçbir arkadaşının gösteremediği cesareti gösterip arsalarını koruması bu kitabı okuyan bizlere bir mesaj da veriyordu aslında: Kimse dışarıdan göründüğü gibi değildir. Ama kitaptan şunu da anlayabiliriz ki çocukların saf düşünceleri var, çoğunluğu böyle. Kitabın dili oldukça sade ve okuması kolay. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Açıkçası son zamanlarda okuduğum en kötü kitaptı diyebilirim. Polisiye seven birisi olarak olay örgüsü beni hiç tatmin etmedi. Daha gizemli bir öykü bekliyordum. Daha iyi polisiye-cinayet kitapları okuduğum için beklenen seviyenin altındaydı diyebilirim. Yazar farklılık yaratacağım diye 3. sayfa haberi gibi bir öykü ortaya çıkarmış.
Son zamanlarda okuduğum en muhteşem Türk Klasiklerinden bir tanesiydi. Bir insanın kafasındaki ön yargıları değiştirmek, dünyayı değiştirmekten daha zordur, derler ya; iste bu kitap size bunun en canlı örneğini gösterecek. İnsanlar da değişebilir, değişmeyen tek şey değişimdir. İnsanlar bulundukları ortamın şeklini alırlar. Kimse zengin birisinin yoksul birisinden daha üstün olduğunu söylememeli, çünkü imkanlar eşit değil. Eğer imkanlar eşit olsaydı yoksul veya kötü olarak gördüğümüz kişi daha iyi bir insan olabilirdi.
Spoiler vermiyorum, genel olarak kitap zengin Şems Hikmet Efendi'nin, yoksul ve çingene olan Ziba adlı bir kıza aşık olmasını ve Şems Hikmet Bey'in aşık olduğu bu çingene kızına iyi bir eğitim vererek onu kendisi gibi biri yaparak, ailesine kabul ettirme mücadelesini anlatıyor.
Kitap aslında toplumun kanayan yaralarına tuz basıyor. İnsanlara karşı kafamızda kurduğumuz hikayeler onlara ön yargıyla yaklaşmamıza neden oluyor. Toplumumuz bozuk ve sert geleneklere sahip. Mesela bir çingenenin eğitim alarak iyi bir insan olabileceğine toplum inanmak istemiyor. Tabi siz bu konuda toplumla zıt düşüncelere sahip olarak ortaya çıktığınızda sizi taşlamayı tercih ediyorlar, çünkü bu kolaylarına geliyor. İşte Şems Hikmet Efendi'nin de mücadelesi buydu. Kitabın finali gerçekten güzeldi. Akıcı bir dille yazılmıştı ve benim kitaplığımda en iyi yere koyulmayı hak ediyor. Sizlerin de bu kitabi okumasını şiddetle öneriyorum.
