Toplumsal konumu ne olursa olsun, herkes Divan-i Hümayuna doğrudan
doğruya başvurabilirdi. Reaya önemli işler için İstanbul'a heyet halinde temsilcilerini gönderirdi. Dolayısıyla, adalet ve güvenliğin en emin olduğu yerler, başkente en yakın yörelerdi. Uzak bölgelerde davacılar daha çok şikayetlerini bildirmek için kadı mahkemelerine giderler; orada kadı, şikayetleri defterine kaydeder, İstanbul'a resmi bir şikayet mektubu gönderirdi. Dava ivediyse, İstanbul'a bir sözcü yollanırdı. Kadı yoluyla topluca yapılan başvurulara arz-ı mazhar denirdi. 17. yüzyılda divana gelen şikayet arzları dolayısıyla yazılan fermanlar, şikayet defteri denilen ayn defterlerde kaydolunmaya başlanmıştır. Bütün bu bürokratik ilgi, reayanın himayesine verilen önemi vurgular.
Şikayetler genellikle, ağır vergi yükü, vergi toplanmasına ilişkin yolsuzluklar, eşkıya ya da yerel yetkililerin baskısıyla ilgiliydi. Kimi zaman sultan, halkı gözalıcı davranışlarla memnun etme yolunu seçerek, hukukun inceliklerini bir yana bırakır, hazinenin çıkarlarını gözardı ederdi. Özetle, ister Anadolu Türkü olsun ister Balkan Hıristiyanı, halk sultana her türlü haksızlığı ortadan kaldırabilecek en yüce adalet makamı, bir şefkat simgesi olarak bakmalıydı.