Steinbeck'i e zaman okusam içim sızlar. Yoksulluk güzellemesi, yok efendim emekçinin bileğinin hakkı gibi iki satır yazıyla, birkaç kare fotoğrafla kendine pay çıkaranların aksine yazarın, içinde yaşıyormuşuz hissi veren kitapları var. İnci de bunlardan biri.
Uğursuzluktan, korkudan ve diğer duygulardan 'türkü' diye bahsetmiş, ezgisini ya da sözlerini hiç yazmadan iliklerimize kadar işlemiş satırlar bunlar. İncinin oluşumu nasıl sancılıysa, nasıl zorsa, nasıl nadideyse bu kitap için de başka bir isim olmazmış. Sancıların, zorluğun, riyanin, sömürünün, denizin dibinden boğulma pahasına, vurgun yeme pahasına bir inci gibi çıkarılmasını okuyoruz, adeta izliyoruz, gözlüyoruz kitapta.
Başkası tarafından sayfa sayfa yazılacak, betimlenecek, kanırtılacak bir sahneyi bir cümlede; "... o küçük mağarada başı uçurularak ölen Coyotito'yu gördü" diyip ölünün olanca acısıyla o anda hayatın akışını, birinin nasıl dibe battığını gösterir Steinbeck bize.