Tanrı kadınlara adil davranmamıştır. İlk zamanlardan bu yana, birkaç karanlık anaerkil kabile dışında kadına dalına ikinci sınıf insan konumu uygun görüldü. Bunun başlangıçtaki nedeni belli: Kaba kuvvet fiziksel hayatta kalışın birincil koşulu olma özelliğini sürdürdüğü sürece erkek kadının koruyucusu ve besleyicisi olarak davranmak ve gerçekte onu yönetmek zorundaydı!
"mıknatısa doğru çekilen ve tamamen onun tarafından emilen her bir toz zerresi, bu canlı zincirin içinden çıkabilse çıkmak istemez (ona içindeymiş gibi gelir) ve aynı zamanda bu mıknatısın sahip olmadığı farklı bir şey taşır içinde, tıpkı hipnoz örneğinde olduğu gibi." "Bu kadar iyi tarif edilemezdi," dedim. "O halde bu kişiler, insanın ancak bu hayatta peşine düştüğü erdemi öteki tarafa götürebildiğine ve Tanrı'yla ancak onun aracılığıyla birleşebildiğine inanıyorlar, öyle değil mi?" "Öyle olmalı," dedi Clara. "Yani fiziksel hiçbir şey öteki tarafa gitmiyor mu?" "Öyle görünüyor." "Yani ilahi bir dönüşümle yavaş yavaş içine ışığı alan başlangıçtaki o karanlık tohumda mı gitmiyor?" "Gitmiyor." "Tamamen dönüşse de başlangıçtaki doğasını kaybetmiyor mu?" "En parlak elmas nasıl ağırlığından ve maddiliğinden bir şey kaybetmiyorsa, o da kaybetmez, dedi Clara. "Varoluşumuzun bu karanlık zerresi," diye devam ettim, "tamamen serbest kalıp dönüşse de, içimizde her zaman Tanrıdan gelmeyen bir şey bırakır." "Peki, o halde nereden geliyor bu şey?" diye sordu Clara "Siz onun doğadan geldiğinizi söylememiş miydiniz?" "Evet," dedi Clara. "Ama her şeyin sonunda Tanrı'ya karıştığını söyleyenler, doğanın da Tanrı'ya ait olduğunu öğretmezler mi?" [...]
Sayfa 77 - Ayrıntı Yayınları (Felsefe Dizisi)Kitabı okudu
Reklam
Yr
Ve Deborah doktora Yr’yi (iç dünyasını) anlatmaya başladı. Bir zamanlar –şimdi düşününce garip geliyordu– Yr’nin tanrıları dostlarıydı –gizli ve soylu bir biçimde yalnızlığını paylaşıyorlardı. Ondan nefret ettikleri kampta; tuhaflığı yüzünden yıllar geçtikçe daha çok yalıtıldığı okulda; yalnızlığı derinleştikçe, Yr de gitgide büyümüştü. Yr
Bilmiyoruz üzerimize düşen tutulmayı, boşluktayız ve zifiri karanlık... Soğuk ve kaos hakim, kuşların bile kafası karışıyor. Her kuş artık kendi başına bir sürü ve bir çatışma halinde, gökyüzündeler. Soğuk, karanlık ve kaos, ya kuşlar. "Ama yersizdir korkmak... " Güneş yeniden parıldayacak o muteşem görkemiyle ve ısınmaya başlayacağız güneşin sıcaklığıyla. Ancak bu sefer o ilk sıcaklıktan, başlangıçtaki görüntüden farklı olarak göreceğiz onu. Bir tecrübe. Karanlığın en kasvetli halinden sıyrılıp gelmiş, büyük bir kaosun içinden çıkmanın rahatlığıyla şimdi ışıl ışıl parlıyor. Başlangıçtaki saflık yerini “şuurlu saflık’a” bırakıyor. İşte o zaman güneşle, tabiatla dans ediyor insan. Güneş tutulması yalnızca güneşe mahsus olamaz zaten, ancak insan hissedebilir bu soğuğu, kainatın mükemmel düzenine rağmen sadece insanın kendisi kaos halinde yaşar. İnsanın karanlıktan, bu tutulmadan kurtulmasının, aydınlığa ulaşmasanın tek yoludur “şuurlu saflık”. Karanlık Armoniler
İşte o bitiremediğim kitap!
"Bu kitabın adı Yıldızların Serserisi idi. Moğollar gözlerimi kör ettiklerinde kitabın sonlarına yaklaşıyordum." Leopoldo, nazik olması gerektiğini düşünerek, "Nasıl bir öyküydü bu?" diye sordu Yaşlı adam anlatmaya başladı. Bu haksız yere uzun süre tutuklu kalan bir adamın öyküsüydü. Karanlık bir odada zincire vurulduğundan zihninde yolculuk etmeye başlamıştı. Sanki elinin altında bir zaman makinesi varmış gibi, uzak çağlarda yaşamış insanların yaşamlarını yeniden yaşıyordu. Leopoldo başlangıçtaki çekingenliğini üzerinden atarak, bu öyküyü ilgiyle dinlemeye başlamıştı. Bu gerçekten büyüleyici bir konuydu. "Ve sonra işte olanlar oldu ve ben kitabın sonunu okuyamadım," dedi yaşlı adam kederle.
Kaos denilen başlangıçtaki boşluktan ilk üç ölümsüz varlık ortaya çıktı; Gaia (Toprak Ana), yeraltı dünyasının en derin, en karanlık bölgesini yöneten Tartaros İle eşsiz güzelliği pek çok Ölümsüz tanrının yaratılışına esin kaynağı olan Eros (Aşk). Daha sonra Gaia, eşi olmadan Uranos'u (Gökyüzü Baba) doğurdu. Her yönden kendisini sararak, ölümsüz varlıklara bir barınak sağlaması için onu kendine denk tuttu. Gaia aynı zamanda Ou-rea (Dağlar) ile Pontos'u (Deniz) doğurdu. Gaia daha sonra Uranos'la evlendi. Uranos var olmuş her şeyi yönetti. Gaia ile Uranos'un ilk ölümsüz çocukları üçüz Yüzer Kollu devlerdi. Her devin omuzunda elli başı ve her omuzdan çıkan ellişer kolu vardı. Ondan sonraki ölümsüz çocukları üçüz Kykloplardı. Her birinin alnının ortasında sadece bir göz vardı. Zanaatçılıkta ustaydılar ve daha sonra Olympos Dağı üzerinde tanrılar için saraylar inşa ettiler. Uranos bu altı çocuğun korkunç gücünden ürktü. Kendisini korkuttukları için onlardan nefret etti. Böylece Uranos, her çocuk doğduğunda, onu annesinden alıp elini kolunu bağlayarak Gaia'nın bağrının, yani toprağın derinliklerine fırlattı. Her çocuk dokuz gün, dokuz gece boyunca düştü. Onuncu günde hükümdarının adıyla anılan bölgeye, Tartaros'a indi. Uranos, yeryüzünün güneş ışığının uzağmdaki bu noktasından Yüz Kollularla Kyklopları sakladı. Yetkesine yönelik tehdit korkusundan kurtularak, gözleri gururla ve memnuniyetle parladı, sonsuza dek hükmedeceğini sandı.
Reklam
Geri18
90 öğeden 81 ile 90 arasındakiler gösteriliyor.