behram dilasan

behram dilasan
@behramdilasan
Çok utanıyorum. O adam yine girdi rüyama. Çırılçıplaktı. ‘Ben ayna olsaydım, senden başka hiç bir şey göstermezdim.’ dedi. Kalbime değdi bu söz. Hem gönlüm hem sütüm aktı. Sonra yavaş yavaş yanıma yaklaşmaya başladı. Hayatımda küçük kardeşlerim hariç hiçbir bir erkeği çıplak görmemiştim. Onu öyle görünce hem kıskandım hem de arzuladım. Ama en çok utandım, günaha giriyorum diye korktum. Neyi kıskandığımı düşünürken burnuma ekşi elma kokusu geldi, onun erkekliğini kıskandığımı anladım. O bana yaklaştıkça ayıkladığım fasulye taneleri, kalın parmaklarımın arasından tencereye dökülüyordu. Uyandığımda kendimi diri diri bahçedeki elma ağacının altına gömmek istedim.
Reklam
Gülbadem zamanı tüttürdü; bu eve geldiği günü düşündü. Kaderin ağırlığı altında ezilen otlara, yerdeki yaban eriklerine, sedirin köşesindeki çıkıntıya geçirilmiş tespihe, yasa batmış çiçeklere baktı… Her şey ölümün soğukluğuyla kaplanmış gibi kıpırtısızdı.
Sonsuza kadar cehennemde kalmaktan korkuyorum. Acı çekmekten değil, yok olamamaktan korkuyorum orada.

Reader Follow Recommendations

See All
İnsan kendi sesinden bile korkar hale gelince, mecburen sessizliğe itaat etmek zorunda kalıyor.
Tren garına vardığımda kar yeniden başlamıştı. Beyaz topaklar saçlarımı boyadıkça, beynimde dönüp duran kuduz kelebek de bu durumdan ilham alarak tüm tozlarını döküyordu. Elimde pastel turuncu, dikişleri patlamak üzere olan valizimde, başka, uzak bir şehirde yeniden diriltmek umuduyla taşıdığım ölüler vardı. Belki de on parçaya ayrılmış kendimi taşıyordum.
Reklam
O gece sabaha kadar uyumadım, aslında kâbus içinde bağımsızlığını ilan eden başka kâbuslar gördüm. Uyandım sandım ama uyuyordum. Uyuyorum sandım, uyanıktım. Aylar sonra o girdi rüyama, çırılçıplaktı. İstiklal Caddesi’ndeydik, “Ben masumum,” dedi. Ardımızda donmuş insanlar ve onlarca renkli balık dolu bir akvaryum vardı. “Geçmiş geride kalmıyor. Şimdinin sağında solunda yükseliyor. Hayat, dar ve ince bir yolsa geçmişin kayaları o tepelerden dökülüp tıkıyor yolu,” dedi. Elinde tuttuğu çekici tek hamlede arkamızdaki akvaryumlardan birine indirdi. Aynı anda cam, kan ve su fışkırdı etrafa. Spot ışıkları altında parıldayan irili ufaklı rengârenk balıklar küçük ağızlarını oynatarak susuz zeminde süründüler. Bir çekiç de kendi zihnine indirmek isterken elini tutmaya çalıştım. Bileği elimde kaldı. “Yaşamak ölmektir aslında,” deyip yok oldu.
Onunla olmak veznimi bozuyordu, hem söylediklerinden hem sustuklarından… Mesela onunla konuşurken sesim, kendi sesim değildi sanki. Yüzüm, bedenim ona çarpmadan önceki haline nazaran küçülmüş gibiydi. Ona bakınca, onu düşününce bedenim saydamlaşıyordu. Yüzü, tüm ağırlığımı, görüntümü silip yok eden büyülü bir fırçaydı.
Dağılan bir hayatı yeniden kurmak için kitaplarda çok parça var.
Reklam
İnsan bazı kelimelerin içine sıkışıp orayı yurt edinebilir kendine.
İşte buradaki on üç odaya o renklere ait olduğunu düşündüğüm ruhlara sahip hastaları yerleştiririm. Mesela hastaya ‘yeşil’ teşhisi koymuşsam hastayı yeşil odaya koyarım. Kırmızısıysa rengi, ona uygun odaya… Her oda iki kişiliktir. Onlara musikiyle, masallarla, su sesiyle, telkinle, muhabbetle ve elbette kendi yöntemlerimle şifa vermeye çalışırım. Bazen de onları afyonlu şuruplarla uyutup belli usullerle zihinlerine bile girebilirim.
Haddini aşan bir gerçeklik ile yüz yüzeydim. Zihnimdeki oyuklar, bedenimi içine alacak, beni yutacak denli büyümüşlerdi. Dudaklarım çiğlenmişti. Ya hayatın tam ortasındaydım ya da zamanın ve yeryüzünün dışında…
Süt kıvamında, ılık bir yağmur başladı. İkisi de önce karanlığı emziren dolunaya, sonra gecikmiş bir yakınlaşmayı keşfetmiş gibi birbirlerine baktılar. Bir an yükselip göğe karışacağını sandı Gülbadem, dudaklarını İpek Böceği’nin uçuklarla dolu dudağına yapıştırdı. Yağmur durdu. Onu uzun uzun öperken bundan sonra hiçbir şeyden eskisi gibi bir tat almayacağını biliyordu. Ağzının içini kaplayan incecik zar renk değiştirdi. Çividi gecenin diline bir şarkı dolanmıştı, ağaçlar gölgeleriyle birlikte eşlik ediyorlardı bu şarkıya. Gülbadem dudaklarını geri çekip ona gülümserken yağmur yeniden başladı.
İnsan bir felaketin içindeyken en başta kendisini dışardan izleyip felakete uğrayan kişinin başkası olduğuna inanır. Sen de öylesin, kendini akıllı sanıp geri kalan herkesi deli ilan edenler gibi… Bu yüzden ben daha akıllıyım senden… Çünkü felaketimin farkındayım. O felaketin etrafında dönüyorum. Baksana koskoca dünyada ait olduğum hiçbir şey yok. Oysa sen kalabalıksın.
Reklam
Önümden akıp giden donu çözülmüş nehir değil, kendi hayatımdı.
Karakoldan çıkıp eve yürüyorum. Rüzgâr, elini alnıma dayayıp ateşime bakıyor sanki. Annemi özlüyorum, onun karnına kaçıp her şeyden habersiz orada kalmak istiyorum.
Zaten kayıptım ben. Zaten varla yok arasında ne idüğü belirsiz bir kavramdım.
Yalnızlığının kıvrımları belirginleşip daha keskin bir hal alıyordu. Hem her yerde, hem de hiçbir yerde; mutluluk ile mutsuzluk arasındaki o ıssız vadide hissetti kendisini.