Bu taş taştır, aynı zamanda hayvandır, aynı zamanda Tanrı'dır, aynı zamanda Buddha'dır, ileride şu ya da bu nesneye dönüşeceği için ona saygı duyuyor, onu sayıyor değilim, çoktan ve her zaman şu ya da bu nesne olduğu için sevip sayıyorum onu.
Zaman aşılır aşılmaz, zaman düşüncesi kafadan çıkarılır çıkarılmaz dünyadaki bütün güçlükler, bütün düşmanlıklar silinip gitmiyor mu, yenilgiye uğratılmıyor muydu?
"...beni sevmiyorsun, hiç kimseyi sevmiyorsun. Doğru değil mi?"
"Olabilir," diye cevapladı Siddhartha yorgun. "Ben de senin gibiyim. Sen de sevmiyorsun, yoksa bir sanat olarak sevgiyle nasıl uğraşabilirsin? Bizim gibiler belki sevemez. Çocuk insanlar yapabilir bunu; bu, onların gizidir."
"Peki ne var orada, güneşin batısında?" diye sordum.
Yine başını salladı. "Bilmiyorum. Belki hiçbir şey. Veya bir şeyler. En azından sınırın güneyindekilerden farklı bir şey."
Belli bir süre geçtikten sonra, işler sertleşiyor. Kovanın içindeki çimento gibi. Ve artık geri dönemeyiz. Demek istediğin, senin içinde büyüdüğün çimento artık sertleşti, bu nedenle şu anki sen, başka biri olamazsın.
Geçmişini, ne zaman kesin bir plan yaptığını, ne kadar az gününün tasarladığın gibi geçtiğini, ne zaman yüzünün doğal haline büründüğünü, ne zaman zihninin huzursuz olmadığını, böylesine uzun bir ömürde ne başardığını, sen kendin ne kaybettiğini anlamazken, birçoklarının senin yaşamından ne kadar çok çaldığını, yersiz kederin, aptalca mutluluğun, açgözlü şehvetin, dalkavukça ilişkinin yaşamından ne kadar çok çaldığını, sende sana ait ne kadar az şey kaldığını yeniden düşün, göreceksin ki vaktinden önce ölüyorsun.