Buraya niçin geliyorum sanki.
Her seferinde aynı yorgunlukta ayağa kalktığım, ve ana yola giden önemsiz yokuşu denize inen dalgalara karşı koyar gibi çıktığım hâlde.
Şehre yürümek kolay mı?
Oturuyorum öylece.
Havanın, denizin, denizdeki hareketin, dizlerime sürtünerek koşan çocukların, sessizlikle önüme bırakılan çayın, motor gürültülerinin, ıssızlık içinde korku doğurarak kayan yelkenlilerin, sağ omzumu ağırlaştırarak ufka inen güneşin, ve gelip giden insanların hayata doğru kımıldatamadıkları bir varlığım şimdi.
Yine de biri çıksa, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim.
Kederli olduğum da söylenemez zaten. - Buna sebep de yok çünkü. Ne taze bir ölüye sahibim ne felaket geçirenlerim var.
Dedim ya oturuyorum öylece. İyi ki etrafımda kalbimi tanıyanlar yok. - Ağırlıksız duran bedenimi küçümseyeceklerdi. Sonra da birbirlerine dürterek, ya da ilerideki arkadaşlarına göz işareti vererek beni gösterecekler, "Kalbini yok etmişin hâline bakın, hınzır pek de pratik, belli etmiyor hiç." diyeceklerdi.
Ama iyi ki yoklar.