Ne sen baktın ardına ne ben
Hep ayrı yollarda yürüdük
Sustu bu gece, karardı yine ay
Kaldı geriye cevapsız sorular
Uyandığında onu ilk kim görecek?
Bıraktığım düşü kim büyütecek?
Olduğum yerde olmak istemiyorum ama olduğum yerden çıkıp gidemiyorum da. Şu an yaşadığım her şey o günlerin aynısı. Evde olmak istemiyorum, ama her akşam eve dönüyorum. İşte olmak istemiyorum ama her gün işe gidiyorum. Bir şey beni hep dışarıya çekiyor. Hiçbir yere ait hissedemiyorum kendimi. Hiçbir eve, hiçbir aileye, hiçbir topluluğa. Hiç arkadaş grubum olmadı benim mesela. Bir futbol takımı tutmadım. Bir siyasi partiyi desteklemedim. Bir derneğin, bir hayır kurumunun üyesi değilim. Bir memleketim yok, oralı hissetmiyorum. Apartman toplantılarına bile gitmedim, o apartman beni ilgilendirmiyor, oraya ait değilim. Sadece orada oturuyorum. Ve ben bu hali armut ağacının tepesinden beri üstümde taşıyorum.
Ne ûd dinlemek ister, ne bir kemân ararım
Figân-ı sakitime ma'kes âsmân ararım
Ferâga teşnedilim, özge bir cihân ararım
"Ne işveger dilerim ben, ne bir civân ararım"
"Melâl-i rûhumu dinlendirir zaman ararım."
Ben seni unutmasına unuturum da sen beni hatırlamaya mahkûmsun. Sen beni en çok niye unutamazsın biliyormusun?
Çünkü günahımı aldın...
Çünkü canımı yaktın...
Çünkü sen haksızdın...
"Unutma, ben senin kanayan vicdanınım!
Kime sarılsan, biraz daha sızlarım..."
Güvenmeye böylesine eğilimli olmamız ne kadar garip! Belki de güvenmeye değil, görmek, öğrenmek istememeye, iyimserliğe, hoşgörüyle aldanmaya eğilimliyizdir, belki de gururumuz yüzünden benzerlerimizin başına gelen, öteden beri gelmiş olan şeyin bizim başımıza gelmeyeceğine inanırız; başkalarına -üstelik gözümüzün önünde- sadakatsizlik etmiş kişilerin, sanki biz diğerlerinden farklıymışız gibi bize saygı göstereceğine inanırız; aynı gurur, hiçbir nedeni olmadığı halde, bizden önce yaşamış olanların maruz kaldığı aksiliklerin, hatta çağdaşlarımızın uğradığı hayal kırıklıklarının bizim başımıza gelmeyeceğini düşündürür bize; herhalde bütün bunların "ben" olmayanların, şu anda da, gelecekte de, geçmişte de "ben" olmayanların başına gelebileceğine inanırız.
Kalbimde arsızca filizlenen bir çiçek fidesi vardı. Biraz daha böyle sulamaya devam ederse o çiçek açacaktı. İçimdeki sert toprağa ekilen tek tohumdu. Açtığında ben dahi ona nasıl bakacağımı bilmiyordum. Güzeldi ama. Çiçekler masumdu. Tıpkı kurbanlar gibi. Güzel olduğu için koparılırlardı. Tıpkı cellatlar gibi. Benim içimdeki çiçek ise bir güldü. Kimse ona dokunmasın diye gövdesine dikenler ekilen bir gül.
-Bülbül Kapanı
Tüm yapı modellerinin neredeyse hepsi Aristo'nun Poetika'sından çıkmadır. Aristo "Öykü, başı, ortası ve sonu olan, belirli bir bütünlükteki olayların bir araya getirilmesinden oluşur," diye yazar Poetika'sında.
Çoğu zaman aradığınız cevaplar gözünüzün önündedir rahatsız. Kaybolduğunu sandığınız anahtarlar gibi, elinizde tutsanız da yaşayamazsınız. Kim olduğunuzu bildiğinizi düşünerek (BEN anahtarsızım), bariz olanları düşünmeye direnirsiniz. Cevaplarınızı yaşama kabiliyeti, anın SİZLE ilgili gerçeklerine inanma kabiliyetimizde ve anlık gerçekleri sevip kabul etme isteği ve arzusundan yatar.
Gerçek bilgelik cevaplarla değil, cevapların farkındalığına yönelten deneyimle gelir.
“Ben neden gidemedim sahi? Bu kadar çok gitmek isteyip de neden gidemedim? Hep gitmek istedim ben ama, bunun şu yaşımla alakası yok, ben hep gitmek istedim. Olduğum her yerden kaçtım.”
"Herkes ara ara şunun muhasebesini yapmak zorundadır:
'Gerçekten ben tanındıkça sevilen biri miyim, yoksa tanındıkça nefret edilen biri mi? Benimle insani ve ticari ilişkiye girenler: 'Aman bir daha Allah, onu benim karşıma çıkarmasın!' diye çektiği zahmeti mi dillendiriyor, yoksa Hatice gibi: 'Ya Rabbi! Onu bana daha yakın eyle!' diye dua mı ediyor?' "