"Kim olduğunu bilememesi komik değil miydi? Ya kendi görünüşünü belirleyememek biraz fazla kaçmıyor muydu? Sanki beşiğinde gelip bulmuştu bu görünüş onu. Arkadaşlarını seçebilirdi belki ama kendisini seçmemişti. Hatta insan olmaya bile karar vermiş değildi. İnsan neydi peki?"
"Sen kimsin? sorusunun muhatabı bize yabancı olanlar ya da onlara yabancı olduklarımız oluyor genelde değil mi?
Yabancıyı sorgularken bunu dilimizden düşürmüyoruz ama kendimize sormak aklımıza niye gelmiyor? Kendimizi doğru düzgün sorgulayıp tanıdık hâline getirdik mi ki, yabancılık seviyesinden hemen tanıdık seviyesine atlıyoruz? Kendimize bu torpili yapmamız, içimizde bir yabancıyı büyütmemize neden oluyor. -O yabancı, hayat pusulamız aslında. Ama tanışmadığımız için "Öylesine birisi." olarak kalıyor.- Ve bu yabancıyı gerçekten tanımadığımız sürece içimizde çatışmalar yaşanıyor: O A'yı istiyor, biz B'yi, "Bunun beni mutlu etmesi gerekirdi ama etmedi.", "Ne istediğimi bilmiyorum." gibi gibi.
Üç parçadan bir bütünüz ama o parçalarla tanışa tanışa parçaları bizim birleştirmemiz gerekiyor. Ama herkes zaten bunu bilir(!) ve yapar(!). -İnsanın çok bilmişlik özelliğinin ilk kendinde patlak verdiğini öğrenmiş olmak hem gülünç hem de biraz acınası geliyor. -Bildiğimiz hiçbir şey yok aslında ama hep biliyor veya her şeyi biliyor sanrısındayız. Bu Dünyaya gözümüzü açmışken nasıl bu kadar uyuyabiliyoruz onu da anlamıyorum zaten...
"beni güzel hatırla!
bunlar son satırlar...
farzet ki, bir rüzgârdım, esip geçtim hayatından
ya da bir yağmur sel oldum sokağında
sonra toprak çekti suyu...
kaybolup gittim, belki de bir rüya idim senin için.
uyandın ve ben bittim...
beni güzel hatırla!
çünkü; sevdim seni ben, herşeyini...
sana sırdaş oldum, dost oldum,
koynumda
Ahh Lennie, ahh George. Kitabın iki ana karakteri.
Lennie; iri yarı oldukça güçlü, tavşanlara hayranlığı olan, dokunmak ve okşamaktan zevk alan, zihinsel engeli olan biri. George ise kısa, daha güçsüz ve Lennie’ye dostluk eden kişi.
George ve Lennie’in bir hayali vardır. Çiftliklerini kurup orada kendi başlarına yaşayıp, geçimlerini sağlamak ve huzurlu olmak. Ama bunu başarabilmek için para biriktirmeleri gerekmektedir. Para biriktirmek için bir çiftlikte çalışmaya başlarlar ama başlarına talihsiz bir olay gelir. Hüzünlü ve oldukça duygusal olan bu olay karşısında biz okurların gözleri dolu dolu oluyor.
• Lennie karakterindeki saflığı Yeşil Yol kitabındaki John Coffey’e benzettim. Başına gelenler En az John’a üzüldüğümüz kadar üzüyor bizi.
• En sevdiğim karakter ise George oldu. Her daim dostunu savunan ve onu koruyan bir karakter. İnsan gerçek hayatta da böyle bir dostu olmasını istemez mi zaten?
• Bana en dokunan alıntılar;
️ “Bazen mecbur kalır insan.”
Ne kadar da altında eziliyoruz bu cümlenin değil mi? Belki de ben derinden hissediyorum bilemiyorum.
️ “Biz onlara benzemeyiz! Peki neden? Çünkü... Çünkü sen varsın benim yanımda ve ben varım senin yanında, bu yüzden işte.”
Dostluğun, kardeşlik kadar kıymetli olduğunu hissettiren o cümle. Sizinde “Birbirimizden başka kimimiz var?” dediğiniz birileri var mı?
Evet bütün sosyal medyada her sayfada her anlatıcıda okurda gördüğüm ve şiddetle tavsiye edilen sarsılacaksınız cümlesini garantileyen kitabı ben de merak ederek okudum. Her sayfada her olayda bi sarsılma bekledim
Hikaye 3 cocuk ile başlıyor ara ara ebeveynleri giriyoe sahneye. Kitap kolay okundu cocuklarla hızlı tanıştık güzel ilerledi
Ama
Fırtınaışığı Arşivi, Cosmere içinde dahi çok geniş ve detaylı bir dünyası var. Serinin ilk kitabı olarak Kralların Yolu'nun Roshar'ın temellerini sıkı atması gerekiyor. Bu sebeple bu kitap koca bir giriş eseri. Kitabın ilk yarısında farklı yerlerde ve farklı pozisyonlarda olan karakterlerin bakış açılarından sürükleniyoruz. Ben bu
《Konu aşkı anlatmak olunca iş daha da güçleşir. Bu sebeple Mevlâna “ Sözü kabuk içinde, gizli kapaklı söylüyorum ben. Zira sözün canı olan aşk ne düşünceye sığar, ne de söylemeye imkân vardır onu.”der...》
Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım.
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?
"Burcumu sormayışından anlamalıydım."
"Burçlara inanmam."
"Ben de."
"İnsanların ne zaman doğduğu değil, nerede doğduğu önemli."
"Coğrafya diyorsun."
"Yani. Tarihten daha önemli olduğu kesin."
İşte böyle meczup oldum ben.
Özgürlüğü ve huzuru buldum meczupluğumda; yalnızlığın özgürlüğünü ve anlaşılmamış olmanın huzurunu. Çünkü bizi anlayanlar içimizdeki bir şeye de engel olurlar.
- Acımak... Ben insan ruhlarındaki derinliğin ancak onunla ölçülebileceğine kaniyim. Evet, dibi görünmeyen kuyulara atılan taş nasıl çıkardığı sesle onların derinliğini gösterirse başkalarının elemi de bizim yüreklerimize düştüğü zaman çıkardığı sesle bize kendimizi, insanlığımızın derecesini öğretir... Fikrimce yalnız doğruluk hastalığı, bir hak ve hakikat meselesi etrafında toplanmak kabiliyeti, bir cemiyeti mesut etmeye kâfi gelemez... Bunun için acımak, birbirimizin feryadını, iniltisini duyabilmek de lâzım!..
"...Ben de sizin gibi korkuların neden gece hükmettiğini hep merak etmişimdir. Yirmi yıl düşündükten sonra, artık korkuların karanlıkta çıkmadığını; daha ziyade onların her zaman orada olan ama gün ışığının parlaklığında silinen yıldızlar gibi olduğuna hükmettim."