Günler sakın geçiyordu. Benim içimdeki fırtına da diniyordu yavaş yavaş. Asla unutabilmiş değildim, unutamıyordum. Hatta zaman geçip de acım demlendikçe, içimin taaaa derinlerinden öyle ince bir sızı vuruyordu ki yüreğime, anlatılır gibi değil. Ama alışıyor insan. Hani, "Zamanla geçer," derler ya, hiçbir şeyin zamanla geçtiği yok. Yalnızca, alışıyor insan ve duruluyor, o acıyla beraber yaşamaya alışıyor.
Ve daha sonra, yaldızlı ahşap bir Kanton heykelinin önünde (aslında geçen yüzyılda yapılmış bir kopyasıydı) durdular, heykel Marco Polo'yu şişman ve açık renk gözlü bir Çinli olarak tasvir ediyordu, başında dar kenarlıklı, basık bir şapka, ayaklarında aynırenk tahta pabuçlar vardı, ağzının iki yanına (yanaklarına doğru bükülmüş) yine siyah
Sayfa 139Kitabı okudu
Reklam
Tasanın İniltisi
Sert ve ezici vuruşuyla insafsız rüzgar Birer birer düşürür dallarından yaprakları, Doğan güneşin her parlak bakışı Zavallıların yasını küçümser. Yükselen sevinç boynu bükük tasayı ezer! Şu hasta, acılı dilenci kadının yanından Gülüp geçen şu süslü kadınların, insan, Yürüyüşlerinde bir aşağılama kokusu sezer. Benim de ağlayarak yazdığım şu kara şiir, Dudaklarında okurumun gülüşlerle titreyecek; Neler ne gözyaşları-yazık ki- öyle titreyerek Sevinç ve mutluluğun dudaklarında ölür! Yaradılışın yüzündeki bu renk ayrımı niçin? Niçin benim acım tat versin başkasına? Yazık değil mi, niçin bir keyif çınlamış olsun Benim tasamın iniltisi bir sevinçli dudakta?
Sayfa 147Kitabı okudu
Onun en mutlu zamanları beni okuduğu saatler, benim en bahtiyar anlarım onun eline dokunabildiğim günlerdi. Bu öyle bir sarhoşluk idi ki ellerini hissettiğim her anda mutluluk ile birlikte bir de acı duyuyordum. Mutluluğum vuslattan, acım ayrılık düşüncesinden idi. Bazen bu ayrılık endişesinden vuslatın tadını bile çıkartamaz, azabım sevincimi kovardı. Aşk zaten bu demekti.
İçim acıyor, ama bu benim acım. Hiçbir yere kaçmıyorum ondan... Her şeyi kabul ettiğimi, acıya minnettar olduğumu söyleyemem, bunun için başka bir sözcük lazım. Şimdi bulamıyorum onu. Biliyorum, bu durumdayken herkesten uzağım. Yalnızım. Acıyı ellerine almak, onu tümüyle sarmalamak ve onun içinden çıkmak, çıkarken de beraberinde bir şey götürmek. Bu öyle bir zafer ki sadece bunda anlam var.
Sayfa 254-255Kitabı okudu
Sahip olduğum ilk evcil hayvanım bir muhabbet kuşuydu.Her şeyiyle ilgilendiğim, sorumluluğu bana ait olan ilk canlıydı o. Beraberliğimizin birinci senesi dolmadan öldüğünde acım o kadar büyüktü ki ne bok yiyeceğimi şaşırmıştım. O gün babam bir şey söyledi bana. "Üzülme oğlum, yenisini alırız!" Tabi ki ba­bamın iyi niyetinden kuşkum yok, üzülmemem için öyle söyledi. Ama o zaman babamı öldürmek istemiştim. Yenisi nasıl olabi­lirdi ki? Dostum, arkadaşım, yaşamı bana bağlı olan bir canlı gözümün önünde ölmüştü ve babam yenisinin alınabileceğini söylüyordu. Bilmiyordu. Dünyada milyonlarca muhabbet kuşu vardı evet ama sadece bir tanesi benim dostumdu ve o da öl­müştü. Yenisini istemedim. Babam yine de aldı ama bir kez bile sokulmadım yeni kuşun yanına. Çünkü biliyordum, nasılsa o da en çok bağlandığım anda beni bırakıp gidecekti.. Alın işte size kuşlarla insanlar arasındaki en büyük benzerlik. İkisi de en çok ihtiyaç duyduğunuz anda basıp gidiyor ... Gider ... En azından ben aksine hiç şahit olmadım bu yaşıma kadar ..
Reklam
69 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.