Kasım 1938’de NKVD’nin başına Yejov'un yerine Lavrentiy Beria geçti. “Troykalar” ilga edildiler. Yargısız infazlar son buldu ve korkunç aşırılıkların sorumluları bizzat yargılandılar veya idam edildiler ya da hapse atıldılar. Ancak savaş yaklaşıyordu. Fransız devleti daha önce kabul ettiği Fransız-Sovyet ittifakının zayıf bir halini dahi sürdürmeyi reddetmişti. (Sovyet hükümeti çok daha güçlü bir ittifak talep ediyordu.) Mihver devletleri, Çekoslovakya’yı Hitler’e ve Polonyalı faşistlere hiçbir direnç göstermeden parça parça teslim ettiler. Nazi Almanyası’nın faşist Polonya ile askeri bir ittifakı vardı ve Polonya, SSCB’nin işgal edilmesini amaçlıyordu. Sovyetler’in, kazanılması için ellerinden geleni yaptıkları İspanya İç Savaşı kaybedilmişti. İtalya, Etiyopya’yı işgal etmiş ve Milletler Cemiyeti bu konuda hiçbir şey yapmamıştı. Fransa ve Britanya açık bir şekilde. Doğu Avrupa’nın büyük kısmının desteği de arkasında olan Hitler’i SSCB’yi işgal etmek konusunda yüreklendiriyorlardı.
(Lubyanka B, No. 365; Leibowitz).
Ankara'nın baharında açan papatya
Aldanma seni görünce ışıldayan sahtekar gözlerime
Nahifliğim sadece bahara yeter
Sana ayazdan beslenen celladımı sakladım
Yapraklarına el sürmeyeceğim
Seviyor mu sevmiyor mu mühim değil artık
Ben bir kış günü içimde açanı
Bir ikindi baharında , senin gibi ,kökünden kopardım
-Zeynep Beria
Lisede Sophokles okuduk, klasik Türk sanat musikisine sövmeyi, Divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin yayınladığı kötü çevrilmiş batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik. Sanki Sinan Leo nardo'dan önemsiz, Mevlana Dante'den küçüktü, Itri ise Bach'ın eline su dökemezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk, ulusal bileşim arama yerine hazır bileşimleri aktarmak hastalığımız tepmişti, o kadar ki İkinci Dünya Savaşı sonrasında batılı emperyalizmin örgütlü politikasını uygulamaya kendiliğimizden talip olduk. Stalin ve Beria da, haksız ve ahmakça istekleriyle bunu kolaylaştırdılar.
Oysa, bir kere yaptığımız batılılaşmak değildi, ikincisi batı bizim sandığımız gibi değildi, üçüncüsü batının ulaştığı yer özenilecek bir yer değildi.
Lavrenti Beria, kurbanlarının işkence görmesinden ve acı çekmesinden keyif alırdı; ayrıca genç kadınları dövmeye ve onlara tecavüz etmeye de özellikle eğilimliydi.
Sabahattin Ali, aşka aşık bir adamdı. Aşık olmak onun için sanki gündelik bir alışkanlık gibiydi. Hatta şöyle yazmıştı bir mektubunda Ayşe Sıtkı’ya “Sebebi basit, benim her zamanki hastalığım: Yine âşıkım. Ah Ayşe, vallahi artık ben de şaşırdım, 15-16 yaşımdan beri şöyle bir haftacık olsun âşık olmadan durduğumu hatırlamıyorum.”
Kimler yoktu ki
Bu son sözü, 2006 yılında, Macaristan dostları ve bütün dünya bu eseri ithaf ettiğim ihtilalin 50. Yıldönümünü kutlamaya hazırlanırken yazıyorum. 1981 yılında Fransızca yazılan ve yayımlanan eser ayaklanmanın ellinci yılı münasebetiyle Macarcaya çevrilmiştir. Macar halkının ayaklanması, öncülüğünü işçi gençlikle birleşen üniversite gençliğinin