Biz kadınlara hep bir erkeğe ihtiyaç duyduğumuz öğretilir toplumca. Toplumda daha saygın bir yer edinmek, o çok övdükleri “düzen”i “aile”yi oluşturmak için bir erkeğe ihtiyaç duyduğumuz, adeta bir erkekle bir “bütün” olmamız gerektiği dayatılır bize. Bir kadının kendi başına bir kadın olması yetersizdir, eksiktir. Toplumun doğuştan kazananları olan erkeklerin bizi koruyup kollamaları, bunun karşılığında da bizim onların sadık hizmetçileri olmamız beklenir. Bu kitapta da başkarakterimiz Suna’nın, bu düzene baş kaldırırken aynı zamanda bu düzene uyum sağlamak isteyen yanının çatışmasını okuyoruz. Suna kitabın başından beri kendisine yeni bir düzen, yeni bir hayat oluşturmaya çalışıyor, bunun için cesaret arıyor kendinde. Ancak toplumun ona öğrettiklerinin dışına çıkmak, bir erkeğe ihtiyaç duymadığını ve bir kadının kendi başına da mutlu olabileceğini öğrenmek kendi başına bir mücadele ve eminim her kadın için kendince zorluklarını taşıyor bu başkaldırı. Suna, Onur ve Ayhan adlı iki kutbun arasında gidip gelirken toplumun onlara öğrettiği cinsiyet normlarına yönelik güzel eleştiriler yapıyor yazar. Toplumca kadın ve erkek olmanın ne demek olduğunu sorguluyor. Basit bir aşk romanı değil bu, lütfen öyle okumayın. Bu bir kadının kendi gücünü bulma, topluma kafa tutmaya çalışma hikayesi. Benim fikrimce doğruyu bulma hikayesi.