Ona bakarak, ikimizin diyebiliyorsan bu, dünyevi hakikatlerin yerle bir olacağı farklı bir âlemin müjdecisi olabilirdi ancak. O âlemin iklimi sürekli sıcaktı ve gölgeliklerle bezeliydi. O âlemin sınırları kalbin ruhla, ruhun bedenle, bedenin kalple bir bütün olup, o bütünlük içinde dolaşabildiği, raksettiği, hem dünyevi hem uhrevi gerçekler
BEYAZ LÂLE Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
Reklam
Şamil, saldırmayı bildiği gibi geri çekilmeyi de biliyor ve kendine güvenini kaybetmiyordu. Geri çekilme emri vermesi, aşiretlerin gözündeki itibarına gölge düşürmüyordu. Savaşta böyle iniş­li çıkışlı durumlar olurdu. Rusların safına geçip sonra yeniden Şamil'e katılan aşiret mensuplarına, dönek gözüyle bakılmazdı. Böyle birçok durumda
Hasen b. Ali Radıyallahu anhuma
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in torunu ve reyhanıdır. Müminlerin emiridir. Künyesi: Ebu Muhammed’dir. Tirmizi, Burayde radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bize hutbe vermekte iken Hasen ve Hüseyn üzerlerinde kırmızı bir gömlekle düşe kalka geldiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
Hümâyun'un kutsallık iddiası
Tüm Hindustan'a yayılmış bir imparatorluğu etkin bir şekilde idare etmek, Hümayun'un pek de aşina olmadığı bazı pratik politikalar ve teknikler gerektirmekteydi. Hümayun ise bunun yerine kendisini bin yılın hükümdarı olduğuna dair mistik iddialar yansıtan, kozmik düzen içinde sembolik bir yere konumlandırmaya çalıştı. Sarayını, kutsal benliğini merkeze alan küçük bir evren olarak düzenledi. Yüzünü saray mensuplarını ilâhî nurundan koruyacak bir örtü ile örttü, bu örtüyü görkemini ortaya çıkarmak amacıyla nadiren de olsa ayinsel bir şekilde kaldırıyordu. Haftanın günlerine karşılık gelecek bir astral beden belirledi; imparatorluk işlevlerini bu günlere uygun renkler taşıyan, kendisinin tasarladığı kaftanlar giyerek yerine getiriyordu. Hümayun, örneğin, Merih'le ilişkilendirdiği Salı günleri kırmızı elbiseler giyiyor; "öfke ve intikam tahtına oturuyor ve tüm suçluların ve savaş esirlerinin hayalî cezalarla cezalandırılmalarını emrediyordu. Bu cezalar mahkûmun saklı özüne ve atfedilen suçlarına ilişkin Hümayun'a ilham olunan sezgiler doğrultusunda veriliyordu. Hümayun, çadırlarının, her biri bir burcu temsil eden on iki bölüm hâlinde yapılmasını emretti. Mistik güçlere atıfta bulunan Hümayun'un modeli, yoga aracılığıyla kozmik güçleri yorumlama ve yönlendirmede uzmanlaşmış, kendisinin de yakın durduğu Şettâriyye tarikatının aşkın öğretilerini açıkça yansıtmaktadır. Hümayun, rejimine esas teşkil edecek bir imparatorluk kültü yaratmak için buna benzer çok sayıda özgün ayin kullandı.
Yok bir şey
I yok bir şey, yani bir ölüm sonrası bu, bitecek gibi değil yıllardır sezilen bir çocuk ağlamasında anısız, başıboş, dağılgan bir tabanca sesinde belki belki de bir orman mı bu, tanımsız çiçekler açan orada ve sanki tuhaftır da sayısız kuşları beklettiği diyelim bir süre kendini dinlemek, diyelim bir süre boşluk yani upuzun kumlar, kumlarda
Sayfa 597Kitabı okudu
Reklam
Önümden geçiyordu, sanki suyun üzerinde yürüyordu, ona bakarken insan, onun sadece tüy kadar bir ağırlığı olduğunu hissediyordu. Üflesem uçacak, dağılacaktı sanki, gerçek değildi de sadece gerçeğe yakındı sanki. Okul kantinin önünde duruyordum. Tek başımaydım. (Genelde öyleydim.) Gözlerim takılı kaldı üzerinde. Sadece baktım, başka bir şey yapma
Meyhane
Şarap kırmızıydı ve Paris'te, Saint Antoine'ın varoşlarındaki dar sokağın taşlarını kıpkırmızıya boyamıştı. Pek çok el, yüz, çıplak ayak ve tahta ayakkabı da aynı şekilde kırmızıya boyanmıştı. Odun kesen adamın elleri kütüklerin üzerinde kırmızı lekeler bırakmıştı; bebeğini emziren kadının alnı da tekrar başına bağladığı eski püskü örtü yüzünden lekelenmişti. Büyük bir açgözlülükle fıçının kırık tahtalarına saldıranların ağızları bir kaplanın kanlı ağzı gibi kıpkırmızıydı. Başının büyük bir kısmı pis bir çuvala benzeyen kukuletasının dışında kalan, üstü başı pislik içinde, uzun boylu soytarı kılıklı bir adam , çamurla karışık şarap tortusuna bandırdığı parmağıyla duvara "KAN" yazmıştı. O şarabın da sokak taşlarının üzerinde akacağı, pek çok insanı kıpkırmızıya boyayacağı günler yakındı.
Kırmızıyla yıkanan bu sokak Paris'in Saint Antoine semtin deydi. Sadece sokak değildi şarapla boyanan; eller, ayaklar, yüzler, hatta tahta kunduralar bile kırmızı olmuştu. Oduncunun baltasının sapında kırmızı lekeler vardı. Bir annenin başındaki örtü ise, başını kırmızıya boyamıştı. Fıçıyı yalayanların ağzı, bir aslanın ağzına benziyordu. Mahallelinin şaka severlerinden birisi bu mizahi ortama uygun bir kelime yazdı duvara, parmakları kırmızıydı... "KAN"
( Arapların kurguları )
_Hz. Muhammed, peygamberlik nöbeti beklerken örtünürdü çünkü bu sırada ateş nöbetlerine tutulur, üşür, titrer ve kusardı. (Modern tıp buna temporal lob epilepsisi - peygamber hastalığı diyor.) _Ben ondan duydum. O da babasından, babası da arkadaşından, arkadaşı da bir yolcudan duymuş. _Uzzaoğullarında peygamberlik görevi babadan oğullara geçer.
131 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.