Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Geçenlerde Cemal Süreya bir kez daha kurşuna dizildi, bizzat gözlerimle şahit oldum. Bu kurşunları atanların çoğu da arkadaşımdır, sevdiğim
Kadın olmanın en zor olduğu ülkelerden biriyiz.. Hele ki son yıllarda.
hizliresim.com/a10xa9
Şu ülkede yaşayıpta tacize uğramamış kadın yoktur. Bir erkek bunu okuyunca "hadi canım" diyebilir ama durum bu. Sözlü tacize uğramıştır, otobüste dolmuşta taciz edilmiştir, yolda yürürken illa bir erkek üzerine doğru yürümüştür onu
Sevgili R 'ye ...
Bugün şehirden ayrılalı bir hayli zaman oluyor sevgili R. Dinlenmek için geldiğim bu eski köyde havalar iyice soğuyor. Sabahları penceremin camına gelen misafirlerim, serçeler de son günlerde uğramaz oldu. Şehir gibi değil burası, akşamlar sandığımdan daha erken iniyor. Saat sekiz oldu mu birer birer sönüyor lambalar ve
Aşk mektupları elbette yakılmalı, geçmiş en soylu yakacaktır.”
(Nabokov)
Muhabbet kuşumuz öldü
Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak
Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman
Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna
Uyuyamadığım gecelerin sabahında
Gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı
Mor çocuklarıma
Sinancığım, işte senden sonra sensiz, ilk defa bir evim var. Gene perdeleri öyle o şarap renkli kumaştan. Divanı da öyle. Evimizden kalan bir damalı kırmızı örtü, ayakkabılık diye kullandığımız kitaplık ve kitaplarımız var. Taylancığımın mavi yatağı bir de. Onun dışında pek bir şey yok. Dayanıyorum artık yalnız oturmaya. Ama gene de içimin hiç istemeyen bir yanı var. Belki de ben bilmiyorum kim bilir böyle evde yaşamayı. Rahat okuyabileceğim. Taylan daha rahat ve güvenlikli olacak. Ben işte hep böyle seni özleyip duracağım. Bir türkü çalacak radyoda deminki gibi, ağlayacağım.
"ölme Sinan, böyle olur mu?
Ben ölürsem dünya sana kalır mı?"
Balıkla deniz tutan Edip Cansever'e saygıyla...
kadranı kırmızı saat
plasterle tutturulmuş kırık cam
şurda burda plastik çiçekler
evet, aralık kapıdan soğuk geliyor
tam kalbimin üzerine bu akşam
ölüm
sen en güzelsin bu saatlerde
büyütmüş yetiştirmişsin beni
söyler miyim hiç sana hayran olmasam.
bugün de ince, bugün de kırıldı kırılacak
bugün de
tam nerede kalmışsam.
ölmedi ki, konuşuyor gölgesinin ardından
yaşıyor gerisinde kendisinin
bütün ayrıntılarından sıyrılmış
ağır ağır konuşan
kadife bir örtü gibi.
kimsenin öldüğü yok, yaşadığı da
herkes biraz var, o kadar.
Öğretmenlik hem bu dünyadaki her şeye benzeyen hemde bu dünyadaki hiçbir şeye benzemeyen, görev tanımı hakkında bile bir uzlaşıya varılamayan nadir mesleklerden
biridir. Buna rağmen çoğu kişi öğretmenliğin bahçıvanlığıanımsattığında hemfikirdir. Ama bu bahçıvanlık; bitkileri estetik ve takdir edilme kaygısıyla istediği gibi budayan, söken, temizleyen, mizaçlarına ve genetik çorbalarına bakmaksızın canı istediği gibi birbirlerine aşılayan kese kâğıdı sesli, asık
suratlı, bahar yağmurundan veba salgınından kaçar gibi kaçan, bir çiçeğin rayihasını hiçbir zaman ciğerlerinin en dibine kadar çekmemiş, ensesinde güneş pişirmemiş ve bir yamaca
uzanıp süt köpüğü gibi bulutları izlememiş bahçıvanların,bahçıvanlıklarına benzemez.
Öğretmenlerin yaptığı bahçıvanlıkta tarhındaki bitkileri tanımak, onların en iyi şekilde yetişebileceği ortamları bilmek, her birinin yanındaki yöresindeki bitkilere dikkat etmek, toprağı gübrelemek ve sulamak, gerektiğinde güneşin önünden çekilmek ve gölge vapmamak, eli kulağında fırtına bulutlarını kovalamak vardır. Öğretmen bahçıvanlık yaparken heybesinde herhangi bir keski bulundurmaz. Karşılaştığınızda onunla aynı mahallede büyümüş, kırmızı pötikareli örtü serili bir masada, annenizin evden koyduğu azığı bölüşmüş ve aynı kaldırım taşlarında yerden yüksek oynamış gibi hissedersiniz. O yüzden sarılsa hiç de yakınmayacağınız biridir.