Salim Rıza, yazının girişine aldığımız rubainin kendisine ithaf
edilişinin hikâyesini ise şu sözlerle anlatır:
"Park Otel’de ziyarete gittiğim bir günü hiç unutmam. Üstad, yatak odasında
pijamalı, sağlıklı ve neşeliydi. Bende resminin olup olmadığını sordu. Pek çok
dostuna resim verdiğini biliyordum. ‘Efendim, daha sıram gelmedi' dedim. Başucundaki
komodinden çıkardığı 15x18 bir fotoğrafının üzerine şu satırları yazarak
uzattı: ‘Şiirin en eski asaletinden en yeni füsununa kadar kudretle âşinâ, aziz
muhibbim Salim Rıza’ya, en derin sevgiyle 1946 Yahya Kemal Beyatlı’.
Sevincim sonsuzdu. Daha sonra bana bir rubaisini ithaf etmek istediğini
söyleyince sevincim bir kat daha arttı. Foto Magazin’de bu hafta yayınlayacağım
rubai, diyonizyak bir rubai oldu. Sen gönül adamısın. Bu rubaiyi sana ithaf
ediyorum, dedi:
Sevdâya bilâ hudûd meydan verdik,
Dünyâ gibi bir saha-i cevlan verdik;
Kâm almak için sabah-i mahşerde bile
Rindan ile peymâneye peyman verdik!’’3
Salim Rıza, Yahya Kemal tarafından kendisine ithaf edilen rubaiyi
ünlü hattat Necmettin Okyay’a yazdıracak, tezhiplerini de
tanınmış müzehhib Rikkat Kunt’a yaptırıp evinin duvarına asacaktır.
Divan şiirinin iyisini kötüsünü ayırt edemeyenlere bu beytin yapılışındaki ustalığı, yağdan kıl çekme rahatlığı, belâlı bir şiir biçimini dizginleme gücü, deyimlerin seçilişindeki incelik anlatılmaz kolay kolay. Ama Yahya Kemal'e okuduğu
zaman hemen kulak kabartmış, ‘Vay yezit, vay!’ demiş ve bir daha söyletmişti bu beyti bana. O yıllarda Orhan’ın içinden zor çıkılır rubai vezinleriyle yaptığı Hayyam çevirileri de üstadı bir hayli şaşırtmıştı. Ritm duygusu ve bilgisi
Orhan'ın sırlarından biriydi.”
Bir duygu mu var böyle derin, böyle geniş
Sevmek bir ölüş, belki tekrar diriliş
Bitmez kederim, bil ki tükenmez derdim
Aç kalbimi öğren, seni sevmek ne imiş!