Ne çıkar bahtımızda ayrılık varsa yarın?
Sanma ki hikâyesi şu titreyen dalların
Düşen yaprakla biter
Böyle bir kara sevda kara toprakla biter
Böyle bir kara sevda kara toprakla biter
Ağlama olma mahzun gülerek bak yarına
Sanma ki güzelliğin o ipek saçlarına
Dökülen akla biter
Böyle bir kara sevda kara toprakla biter
Böyle bir kara sevda kara toprakla biter
open.spotify.com/track/3hFBkMXiy...
Aşk lafını ağzına almazdı Yakamoz. Nerede aşık görse garipser, aşk acısı gördü mü dayanamaz, gülerdi. Çok ketumdu, kimseye hiçbir şey söylemezdi. Bir kadının onu seveceğine inanmazdı, gerçek aşkın onu bulacağına ihtimal bile vermezdi. Sonra bir gün onu gördü, onu Papatyasını bakmaya kıyamadığı o narin çiçeğini hayatında hiç böyle hissetmemişti.
Bir yazarın dünyasına girebilmek, onun gördüklerini tam anlamıyla görebilmek hiçbir zaman mümkün değildir. Bu gerçek, bir insanın karşısındaki kişiyi tüm çıplaklığı ile göremeyeceği kadar ortadadır. Deneyimlerimiz gösteriyor ki, şu an düşündüğümüz veya hissettiğimiz bir duruma yıllar sonra aynı gözle bakmak mümkün olmayacaktır çünkü o durumu
Aşk Hikayesi
Başımdan bir kova sevda döküldü
Islanmadım, üşümedim, yandım oy!
İplik iplik damarlarım söküldü
Kurşun yemiş güvercine döndüm oy!
Yağmur yorgan oldu, döşek kar bana
Anladım ki kendi gönlüm dar bana
Alev dolu bardakları yâr bana
Sunuverdi içtim içtim kandım oy!
Sevgi ektim, naz biçmeye çalıştım
Ne zamana, ne kendime alıştım
Kırk senede yedi hasret bölüştüm
Yedi dünya bana düştü sandım oy!
Gönül şahinimi yordum gerçeğe
Sonsuzda yüzümü sürdüm gerçeğe
Teselliden kanat kırdım gerçeğe
Tecellinin sinesine kondum oy!
Ağanın, Bey'in olduğu yerde, sevdaların acıya, ateşe, ayrılığa, yoksulluğa zulüme bulaşması mecburdur. Her sevda hikâyesi, sevda hikâyesi olmaktan başka bir şeydir aslında. Her sevdanın bir yanı da zulüm hikayesidir.
Sıla Koçak ~ Sevda Çiçeği
☆•°~️Acımasızca, "Çünkü onun kanatlarını kıracağım!" diye cevap verdi. Ruhu paramparça ve ben onu daha da parçalayacağım! Mutlu olduğuna inanacak, sevildiğine inanacak ve ben en beklemediği anda onu o mutluluğunda boğacağım! Elini sıkı sıkı tuttuğu,göğsüne saklandığı o adam var ya? Bir daha değil ona dokunmak,
Kitabın içerisinde 5 adet Dostoyevski hikâyesi yer alıyor. 1. ağız kullanıldığı için sanki bütün hikâyeler aynı kişi tarafından yaşanılmış gibi hissettirdi. İlk Dostoyevski kitabım ve bence gayet güzeldi.
Beyaz Geceler:
Okuduğum zaman kendimi depresif, çaresiz hissettim fakat yazarın amacının da bu olduğunu düşünüyorum. Huzursuzluk yarattı
Kasvetli hikayeleri okumayı pek sevmem ancak ilk hikaye hem kasvetli hem de ilgi çekici olan Lanetli Tavşan hikayesi olduğu için güzel bir başlangıç oldu. Hikayelerdeki ana tema yalnızlık ve kaybetmişlik ancak bir şekilde eşitliğin sağlanıyor olması okurken ayrı bir haz veriyor.
Sade anlatımlı, oldukça başarılı bulduğum bir hikaye derlemesi olmuş.
Fransız yazar Louis Aragon ' a 'Aşıklar şehri olmakla övünen Paris' te geçen tüm aşk hikayeleri gözümden düştü. Çünkü ben Cemile' yi okudum. ' yorumunu yaptıran eser...
Cemile okumak istediklerim arasındaydı. Bugün bir solukta okudum bitti
Bozkırda bir sevda türküsü diyebiliriz Cemile'ye. Bir kadın olarak kocasının geç kalmış mektubuyla yüreğinin nasıl burkulduğunu anlayabiliyorum. Kitabın anlatıcısı olan Seyit'in ilk aşkını okuyoruz aslında bir yandan. Okunmaya değer bir aşk hikayesi
Artık hayatının küçük küçük aşk hikayeleri kapanmış, şimdi her türlü ihtiraslarıyla, emelleriyle, hummalarıyla, saadetleriyle uzun bir sevda hikayesi başlamış idi.
Selam dostlar,
Bugün size @yagmurkutsalll hanımefendinin kaleminden müthiş bir kitapla geldim. #yediverenkışı nasıl bir çırpıda soluksuz okudum bu kitabı. Şimdiden söyliyeyim bu kitabı okumak isteyen arkadaşlarım için sizi harika bir aşk hikayesi bekliyor.
Kitabımızın konusuna gelirsek;
1807 yılı Hollanda Gloria malikanesinde çalışan Emily
Öncelikle kitaptaki "az" olan bir takım şeylerden bahsetmek isterim. Betimleme çok az. Mekanlari detaylı betimlemiyor bu da gözümde canlandırma açısından yordu beni. Karakterlerin fiziksel özelliklerinin betimlemesi de çok az. Çok güzel, cok yakışıklı sarı saçlı, mavi gözlü bu kadar. Aklimda karakterlere uygun bir yüz oturtamadim. Özellikle Maya'nin yüzünü hayal edemiyorum. Olaylar ile ilgili verilen bilgiler, eğrisi doğrusu cok az. Mantığı oturtamadi kitabin son çeyreğine kadar. Hep bi durum ne ne oluyor ne oldu modunda okuyorsunuz. Kitapta heyecan da cok az. Serinin ilk kitabi cok heyecanlı olmali ki devam etme istegi duyalim. Sayfaları çevirirken daha heyecanlandirmaliydi ama o da az ne yazık ki. Ne fazla kitapta? Doruk Ilgaz. Bu isim cok fazla. Artik gina getirdi diyebilirim. Kizin bu cocuga aski anladik nerdeyse her sayfada okumak zorunda degildik. Evet anladik aşırı asik kara sevda evet tamam ikna olduk. Ama doruk karakterini sevmedik hem de hic. Hic gecmedi okuyucuya o karakter. Karakter isimleri ozel.olarak secilmis bu yuzden sanki yabancı bi yazarın kalemi gibi his veriyor. Secilen isimlerin fonetigi enteresan geldi. İsimlerin anlamlari da oldukça saçma. Her seyi geçtim de Irgat Bey nedir artik ya. Serinin 1. Ve 2. Kitabini almıştım. Ilk kitap beni sarmadı. 2. Kitaba şans vereceğim. Bakalim devam etme isteği uyandıracak mi. Ve dahi kitabin ismi dahi açıklanmadı onu merak etmiştim.
Hem kitabını hem filmini sevdiğim Ağır Roman'ın filmindeki o unutulmaz şarkının (Bir Vurgun bu Sevda) başlığında muazzam bir entry durur Ekşi Sözlük'te. Yazar, şöyle yazmıştır;
''Arabeske smokin giydiren şarkı.
Jileti pamuğa sarmış Aysel Gürel, pamuk öpüyor geçtiği her yeri.
Dumanla, harla, ateşle harman.
İçi kan dolu, teni tertemiz.''
Manchester By The Sea benim için pamuğa sarılmış bir jilet. Nasıl hafif hafif dokunuyor ruha, onlar nasıl ince kesikler.... Kan bile çıkmıyor, ama ince ince kesiklere atıyor ruhunuza film. Bir kaybedenin hikayesi büyük büyük repliklere, öyle görkemli sahnelere ihtiyaç duymadan bu kadar güzel anlatılabilirdi ancak. Onun hissi, acısı bu kadar narince geçirilebilirdi izleyiciye.
Hayatla tüm bağını koparmış, yaşama tamamen duyarsızlaşmış bir adam, kaybedilen bir aile ve aslında yarım kalan bir aşk... Ve diğer yandan hayatın tam içinde bir genç, her şeyiyle hayata karışmaya hazır, hayat dolu. Bu karşılaşmadan standart Hollywood filmleri gibi bir mucize, bir dönüşüm bekliyorsun aslında ama film de tıpkı ana karakteri gibi buralara hiç bulaşmadan süzülüp geçiyor aralardan, ana karakterin hayatın içinde süzülüp hayata hiç temas etmemesi gibi tıpkı.
Film bana göre gücünü sessizlikten alıyor. ama tezat gibi dursa da seçilen müzikleri de unutmamak gerek. Tomaso Albinoni'nin Adagio'su eşliğinde izlenen o vurucu sahne, sonra Handel'den Messiah... Ve tabii deniz sesi, kuş sesi.
Son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden biriydi bu film.
Bu kitap benim beklediğimden daha üstün çıktı. Kitabın hikayesi muazzamdı ne kadar hüzünlü olsa da bir yandan insanlığa hitap eden bir şeyler olduğunu düşünürüm. Sevda yüzünden içine kapanan Raif efendi aslında trajik bir aşk hikayesi 1900’lerin başında sanayici babası tarafından Almanya’ya gönderilen Raif orada aşkı bulması daha sonrasın da bu aşkı kaybetmesi güzel bir hayat yaşarken beklenmedik bir haberle yok olan mutluluktan bahsediliyor. bu kitabı okurken o duyguları kendi içimde hissettim mükemmel bir kitap iyi okumalar.