Verilen cevaplar ve bekleyenler vardır. Verilemeyenler ve reddedilenler vardır. Hemen bulananlar, sonradan keşfedilenler, unutulanlar veya ezbere bilinen cevaplar vardır. Şuur düzeyini paralel olarak takip eden ve içinde bulunulan ânın gerçeklik algısıyla beraber, soruların niteliği de ona verilen cevaplar da başkalaşır. İnsan zekâsının “sorduğu sorudan” ortaya çıkması hikmetinin karşısında, içinde kendimizin de olduğu şuur seviyelerini izler ve takip ederiz. İşte bu izler, hayatımız boyunca bizi gelişigüzelliklerin içinde kaybolmaktan kurtaran işaret görevi görürler. Gündelik insan hayatının çok büyük bir bölümünün alışkanlıklar ve otomatik davranışlarla ilerlediği gerçeğiyle birlikte düşünülürse, zaman zaman durup bu işaretlere bakar, gerekirse bazen işaretlerin yerini, bazen de durduğumuz yeri kontrol ederiz. Bulunduğumuz yerin “doğru” olup olmadığına inanmak veya inanmamak ise bizi sıradaki sorularla karşı karşıya bırakır. Bu bitmek bilmez devri daimde bir yerde sabitlenmek, -karar vermek- ise işin en başında olduğu gibi sonunda da “inanmak” ile -ruhî çaba- ilgilidir. Bundan sonraki fasıl, bulunan cevaplara göre hayatın çelişkilerini -mümkün olduğunca- çözümlemek ve buna göre bir hayat tarzı inşa etmenin gayretine girmektir.