Tedrisat bir ahmaklaştırma harekatına döner, binlerce lise mezunu hayatlarında bir kitabın sahifeleri arasında gezinmeksizin yaşar; kendilerine ezberletilmiş olan derslerin dışına milim taşmadan, hiç soru sormadan... Beyin yıkama çarkları arasında öğütülen insanlar, insanlık durumundan papağanlık durumuna doğru bir tenzil-i rütbeye uğratılırlar. Artık doğru olan en çok tekrar edilendir, kulağımıza en çok çalınan bizim de belleğimizde yer eder ve biz de konuştuğumuzda, ezberden, bize belletileni söyleriz. Ve egemenlerin TV kanallarıyla odamıza sokulan o mümtaz insanların hayatlarını oynarız. Kim olduğumuz ve hangi dünyaya ait olduğumuz sorusu artık kafamızı kurcalayamaz.
Reklam
İnsan hayatının anlamını ve değerini sorgulamaya başladığı anda hastalanır; Çünkü ikisinin de nesnel bir varlığı yoktur. Bu soru tatmin edilmemiş bir libidonun başka bir şey olduğunun itirafıdır ki bu da üzüntü ve depresyonla sonuçlanacak bir mayalanma sürecidir
"Ne okumamı tavsiye edersiniz?" Bu tatsız soru da karşıma çıkıyor. Tatsız diyorum, zira okumayı ciddiye alan kimse böyle bir soru sormaya gerek duymaz.
Babalarımdan biri, “Bedelini karşılayamam…” sözünü dilinden düşürmezdi. Öteki babamsa bu tür sözcüklerin kullanılmasını yasaklamıştı. Onun yerine şöyle dememde ısrar ederdi: “Bedelini nasıl karşılayabilirim ?” İlki bir önermeydi, ikincisi soru. Biri sorunu kestirip atar, diğeri düşünmeye zorlardı.
Sayfa 26
Hayatımızın gelmiş geçmiş en önemli kararlarını almanın eşiğinde, ben şahsen şaşmazlık iddiası taşıyanlardan ziyade cehaletlerini kabul edenlere güvenmeyi tercih ederim. Dininizin, ideolojinizin ya da dünya görüşünün dünyayı yönetmesini istiyorsanız soracağım ilk soru şudur: “Dininizin, ideolojinizin ya da dünya görüşünüzün düştüğü en büyük hata neydi? Neyi yanlış anladı?” Ciddi bir şey bulup çıkaramazsanız, kendi adıma size de güvenmem.
Reklam
Harika
İnsan bir sorudur ve hatta sorundur. Çözüm için koyulduğu her yol, bir anlam arayışına tekabül eder. Soru sorarız çünkü anlam ararız. Cevap veririz çünkü anlatmak isteriz. Bu her iki eylem, hayatımızda daimidir. Zıtlıklar içinde kendimizi kıymetlendiririz.
Öpüşmeden önce genellikle gülümser, çoğu kez gözlerimizi kapatırız. Çocuklarımızı öper, iyi geceler dileriz, oysa bunu niye yaptığımızın ilk anda akla gelen bir açıklaması yoktur; fahişelerinse geleneksel olarak müşterilerini asla ağızdan öpmemelerine tabii ki şaşmayız. Öpüşmeler -kafamızdaki soru işaretlerine rağmen, birçok öpüşme türü olduğunu ve bunların her zaman yaşamımızda önemli yer tuttuğunu söyleyebiliriz- birer tehdit ve vaattirler, erotizmin klişeleridirler. Bu nedenle, Freud'ün da bildiği gibi, yanlış anlaşılan bir kimliğin, karman çorman olmanın tehlikeli cazibesine ve karmaşasına sürüklerler bizi. The Anatomy of Melancholy'de Burton şöyle yazar: "Öpmek ve öpülmek,...diğer şeylerin yanı sıra, bir şarkının nakaratı gibidir, çok kuvvetli bir güç kaynağıdır, Ksenofon'un düşündüğü gibi bir örümceğin zehiri kadar bulaşıcıdır." Gerçek anlamda bulaşıcı olan öpüşme, gerçekleştirdiğimiz en sinsi, en ketum cinsel edim, ağzın kendine yazdığı mersiye olabilir.
Zor bir soru :/
Çöp olan kardeşinin hayatı mıydı ölüsü müydü?
''Malatya’da davet edildiğim bir konferansta konuşmamın bitiminde şöyle bir soru geldi: “Radikal sol örgütlerin nasıl gaddar olduklarını biliyoruz. Peki sizce insanları diri diri yakan IŞİD mi daha zalim, radikal devrimciler mi?” Soruyu soran bir akademisyendi. Önce kendisine teşekkür ettim; demek ki sunumumun bir yerinde eksiklik
Sayfa 152 - Vadi Yayınları
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.