Bunlar olunca Orlando rahatlayarak derin bir soluk aldı, bir sigara yaktı, bir-iki dakika sessizce sigarasını tüttürdü. Sonra çekinerek, arzuladığı kişi orada olmayabilirmiş gibi, “Orlando?” diye seslendi. Çünkü eğer zihinde aynı anda tıkırdayan (tahminen) yetmiş altı tane zaman varsa, insan ruhunda şu ya da bu zamanda yerleşmiş –Tanrı yardımcımız olsun– kaç tane farklı kişi bulunur? İki bin elli iki diyenler vardır. Bu yüzden bir insanın, yalnız kalır kalmaz, Orlando diye (eğer adı buysa) seslenmesi dünyanın en normal şeyidir, bu seslenişin anlamı da, Gel, gel, demektir, şu anda olduğum kişiden ölesiye bıktım. Başka bir ben istiyorum. Arkadaşlarımızda gördüğümüz şaşırtıcı değişimler bu yüzdendir. Bu iş o kadar da kolay değildir, çünkü Orlando’nun seslendiği gibi (şehir dışındayken ve herhalde başka bir ben’e ihtiyaç duyuyorken) Orlando denilebilse de, onun ihtiyacı olan Orlando gelmeyebilir; bizi oluşturan ve garsonun elindeki tabaklar gibi üst üste binen bu ben’lerin başka yerlerde bağlantıları vardır, ilgileri, kendilerine ait küçük tüzükleri ve hakları, adına ne derseniz deyin (bu tür şeylerin çoğunun bir adı da yoktur), biri sadece yağmur yağarken, bir başkası sadece yeşil perdeli odalara, bir üçüncüsü Mrs. Jones yokken gelir, bir diğeri kendisine bir kadeh şarap sözü verirsen filan falan; çünkü herkes, kendi deneyimlerinden yola çıkarak farklı ben’lerinin kendisiyle üzerinde anlaşmış oldukları farklı koşulları çoğaltabilir – bunların bazıları kayda geçirilmeyecek kadar gülünçtür.
Böylece Orlando, ahırın köşesini dönerken, sesinde soru vurgusuyla “Orlando?” diye seslendi ve bekledi. Orlando gelmedi.