Acaba aldatıyor mu?
Tek başına bu soru bile bir insanın gecesini gündüzünü, ruhunu, uykusunu ve bedenini altüst edebilir. Bir kere karşınızdakinin sadakatini sorgulamaya başlamışsanız algılarınız hep buna açık hale gelebilir. Sevdiğiniz insanın sevgisini, vaktini ve bedenini bir başka insanla paylaşma ihtimali kabul edersiniz ki hiç kimse için kolay anlaşılır, anlatılır ve kabullenilir bir durum değildir
Sayfa 52 - Indigo KitapKitabı okuyor
KAYALARIN OĞLU NE DEMEKTİR? İlk atalarım Türkler insanlık tarihi boyunca hiç unutulmasınlar diye töresi ne zaman diğer kültürlerin saldırısı sonucu yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa taşa kazınmış o töreyi biri çıksın kayaların oğlu olarak töre adaleti düşmanlığına bununla dersini versin diye o ad verilmiştir. Kim mi vermiş? Kim
Reklam
1. Birincil ihtiyaçlar: Yemek, su ve oksijen gibi biyolojik ihtiyaçlar. 2. ikincil ihtiyaçlar: Başarma, ilgilenilme ya da bağımsız olma ihtiyacı gibi psikolojik ihtiyaçlar. Buna ek olarak Henry Murray ve meslektaşlan, tüm insanlarda var olduğunu (ama her kişide farklı seviyelerde bulundu­ğunu) iddia ettiği 27 tane ihtiyaç belirledi. Bu
Kur'an kelimesinin bizzat okuma anlamına gelmesi, Kur'an'ın nasıl okunacağının, cevap verilmesi gereken bir soru gibi algılanmasına sebep olsa da aslında Kur'an'da kıraatın nasıl olması gerektiği konu- sunda çok az ipucu vardır. 73. surenin 4. ayetinde "rattili'l-Kur'âne tertîlâ (Kur'an'ı tane tane oku)" buyurulmaktadır. Kur'an'ın, ritmik ama melodik olmayan bir tarzda, ifadeyi açık ve seçik kılacak bir vur- guyla, sabit bir hızla, tane tane, sükunet içinde ve sarahatle okunmasının ardındaki ilke işte budur
Şimdi bir peygamber gelse de bir ayet okusa bin tane de din­lemek, bir doğruyu söylese "Öyle değil aslı budur," diyenle­ri işitmek, bir şifalı içecek sunsa birden içine birisinin zen­cefil de ilave edip "Böylesi daha faydalı," dediğini dünya gö­züyle görmek, duymak zorunda. Peygamberliğin bittiği yer­de ne başlar? Hiçbir şeyin yetmediği insana kitap yeter mi? Şimdi gelse bir peygamber, o daha ağzını açarken birisi tü­kürük elde etek belde devrin en hikmetli ve güven dolu sö­zünü söyleyiverir, bu günün soru soran insanının sorusunu, şu hikmetli sorusunu sorar: "Ne diyorsun sen, kime göre, neye göre?" Ya, peygamberliğin de zamanı var, öyle firavu­nun yılana çevirdiği asa ile cebelleşirsin de bütün bir geçmi­şin ve kainatın, Harun'un diline, Davud'un sesine, Eyüp'ün kabuklarına, Yakup'un gözyaşlarının içine baka baka "Kime göre?" diyen devir canlısına ne diyebilirsin?
Kitabın adı niçin "Avcunuzdaki Kelebek"? Zamanın birinde iki tane kız kardeş varmış, nasıl akıllılar- mış anlatamam. Etraflarındaki ve okuldaki tüm bilgi onlara yetmez olmuş. Bir gün, anneleri onları dağdaki bilge adama götürmeye karar vermiş. Kızlar, bilge adamla karşılaşınca ona sorular sormaya başlamışlar. Bilge adam bütün soruları doğru cevaplamış. Kızlar çok sevinmişler ve annelerinden eğitimleri için bir süreliğine izin isteyerek bilge adamın yanında kalmışlar. Sordukları soruların hepsinin cevabı doğruymuş. Bir süre çok mutlu olmuşlar, ama sonra sıkılmaya başlamışlar. "Bilgenin bilemeyeceği bir soru bulmamız lazım." diye düşünmüşler. Kızlardan biri, bir gün "Buldum!" diye sevinmiş. "İki elimin arasına bir kelebek koyacağım ve bilge adama soracağım, Avcumun içinde bir kelebek var. Canı mı, ölü mü? 'Ölü derse kelebeği bırakacağım. Canlı' derse avcumu hafifçe bastıracağım. Her ne derse cevabı bilemeyecek." Kızlardan biri kapalı tuttuğu ellerini bilgeye doğru uzatmış. (Şimdi lütfen siz de yapın. Avuçlarınız birbirine bakacak şekilde ellerinizi birleştirin ve uzatın. Ben açın deyinceye kadar da açmayın). Ve sormuş: "Avcumun içinde bir kelebek var, canı mı, ölü mü?" Bilge adam cevap vermeden önce uzun süre kızın gözlerine bakmış, bakmış ve cevaplamış: "Senin ellerinde kızım. Senin ellerinde..."" Şimdi bakın hayatınıza ve mutluluğunuza... Nerede mi? Açın şimdi avcunuzu... Sizin ellerinizde; tam avcunuzun içinde. Bir Portekiz atasözü der ki: "Yaşadıkça yaşlanmazsınız, yaşamadıkça yaşlanırsınız."
Sayfa 122Kitabı okudu
Reklam
BU ÇOK AĞIR BİR SORU
"Yıllardır var olan kurumlarımızda Türk milletinin hangi derdine derman olabildik? Kaç tane Türk milliyetçisi yetiştirebildik?"
Sayfa 86
LEGO’daki yöneticilerden birine, iş modellerinin temelleri-ni yeniden düşünmeleri gerektiğini söylememin üzerinden sanki yüz yıl geçmiş gibi. Şöyle demiştim: “Plastik yasak-lansa ve bir tane bile LEGO parçası tekrar üretilmeyecek olsa, LEGO ne yapar?” Bu soru yönetim kademesinin fiziki oyuncakların ötesini düşünüp dijital dünyaya dalmalarına yol açtı. Tarihi boyunca LEGO büyük bir başarıya imza attı. Ancak yıllar birbirini izledikçe, çevrimiçi oyunlar geleneksel oyun-cak piyasasını darmaduman etti. LEGO çok savunmasız bir pozisyonda kalakalmıştı.Sonradan anlaşıldı ki, durum zorlu değil, oldukça açıktı da; LEGO yöneticileri “ağaçlar yüzünden ormanı görememiş-lerdi” . Bunlar 1990’ların ortalarında oluyordu ve plastiğin yasaklanmayacağını, herkesin LEGO’ya bayıldığını, hâlâ para kazandıklarını, çalışanlarının ailelerinin karnının doy-duğunu biliyorlardı. Her şey göz önüne alındığında, işler o kadar da kötü değildi; en azından hâlâ çok işe yarayan iş modelini sorgulayacak kadar kötü değildi....
Sayfa 67 - Martin LindstromKitabı okudu
Bunlar olunca Orlando rahatlayarak derin bir soluk aldı, bir sigara yaktı, bir-iki dakika sessizce sigarasını tüttürdü. Sonra çekinerek, arzuladığı kişi orada olmayabilirmiş gibi, “Orlando?” diye seslendi. Çünkü eğer zihinde aynı anda tıkırdayan (tahminen) yetmiş altı tane zaman varsa, insan ruhunda şu ya da bu zamanda yerleşmiş –Tanrı yardımcımız olsun– kaç tane farklı kişi bulunur? İki bin elli iki diyenler vardır. Bu yüzden bir insanın, yalnız kalır kalmaz, Orlando diye (eğer adı buysa) seslenmesi dünyanın en normal şeyidir, bu seslenişin anlamı da, Gel, gel, demektir, şu anda olduğum kişiden ölesiye bıktım. Başka bir ben istiyorum. Arkadaşlarımızda gördüğümüz şaşırtıcı değişimler bu yüzdendir. Bu iş o kadar da kolay değildir, çünkü Orlando’nun seslendiği gibi (şehir dışındayken ve herhalde başka bir ben’e ihtiyaç duyuyorken) Orlando denilebilse de, onun ihtiyacı olan Orlando gelmeyebilir; bizi oluşturan ve garsonun elindeki tabaklar gibi üst üste binen bu ben’lerin başka yerlerde bağlantıları vardır, ilgileri, kendilerine ait küçük tüzükleri ve hakları, adına ne derseniz deyin (bu tür şeylerin çoğunun bir adı da yoktur), biri sadece yağmur yağarken, bir başkası sadece yeşil perdeli odalara, bir üçüncüsü Mrs. Jones yokken gelir, bir diğeri kendisine bir kadeh şarap sözü verirsen filan falan; çünkü herkes, kendi deneyimlerinden yola çıkarak farklı ben’lerinin kendisiyle üzerinde anlaşmış oldukları farklı koşulları çoğaltabilir – bunların bazıları kayda geçirilmeyecek kadar gülünçtür. Böylece Orlando, ahırın köşesini dönerken, sesinde soru vurgusuyla “Orlando?” diye seslendi ve bekledi. Orlando gelmedi.
Sayfa 240 - Kırmızı Kedi Yayınevi
Kendimizi suçlamak aklımızın köşesinden geçmiyor
Bilincimiz, evrendeki kendi yerimizle başlayacak ve kendimizi piramidin en tepesine yerleştirecek şekilde düzenlenmiş. Daha birkaç yüzyıl önce, Kopernik devrimine kadar, Dünya'nın evrenin merkezi olduğunu, Güneş'in ve bütün yıldızların Dünya çevresinde döndüğünü düşünüyor ve buna kuvvetle inanıyorduk. Şimdi bunu saçma buluyor,
459 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.