~ Çünkü niyet ile hareket arasında her zaman bir kopukluk vardır. / 13
~ Bu dünyada hiçbir şey rastlantı sonucu meydana gelmez. / 14
~ Tanrı varsa insan aklının sınırları olduğunu da bilir. Yoksulluğu, haksızlığı, açgözlülüğü, yapayalnızlığı, bütün bu karmaşayı o yaratmadı mı? Mutlaka çok iyi niyetlerle girişmiştir bu işe, ama sonuçlar bir
Veda etmek. Aslında işin en zor yanı buydu: İnsan bir kez akıl hastanesine girdi mi, delilik dünyasında var olan özgürlüğe alışıyor, hatta ona bağımlı hale geliyordu. Sorumluluk altına girmek, ekmeğini kazanmak için çalışıp çabalamak, sıkıcı, rutin günlük işler yapmak zorunda değildiniz burada. Sabahtan akşama dek bir tek resme bakmak ya da bir kâğıdın üstüne saçma sapan çizgiler çizmekle oyalanabilirdiniz. Her şey hoşgörüyle karşılanıyordu, çünkü ne de olsa kişinin aklından zoru vardı. Kendisi de pek çok kez gözlemlemişti ki, çoğu hasta daha hastaneye girer girmez iyileşmeye başlıyordu, çünkü artık semptomlarını saklamak zorunda değillerdi, üstelik buradaki "aile" havası nevroz ve psikozlarını kabullenmelerine yardımcı oluyordu.
<DİKKAT! Merakbozan (spoiler) içerebilir>
<>
<>
<>
<>
<>
<>
<>
<>
Bir gün Bay Jones’un sahip olduğu, adı “Beylik Çiftliği” olan bir çiftlikteki hayvanlar, insanların kendilerini sömürdüklerini, kendilerine haksızlık ettiklerini, etlerinden, sütlerinden, yünlerinden faydalandıkları halde
Fransız sürrealist şair Jacques Prévert 'in (4 Şubat 1900 - 11 Nisan 1977)
Şiirler adlı seçkisini Sabahattin Eyüboğlu çevirisiyle okuduğumda, tıpkı bir zamanlar olduğu gibi, yüreğimde düşünmeye başladım. Şiir peşine düşmek oldukça güzeldir ve bir şairin kapısını aralayıp onunla bağ kurarsanız kapıyı içeriden
Edebiyatımızın en kırgın kız çocuğu olarak nitelendiriyorum ben onu.
Gerek yazdığı süreçte "satırlar arasındayım duyun beni." havası gerekse "bırakın da burada kalayım." ikilemleri içinde bir yazınsal hayatı olmuş gibi dursa da gerçeklerin ne yazık ki böyle olmadığını hiç yoktan yazdıklarının tüm toplamının ölümüne karar verme
Doğduğu topraklara saplantılı bir tutku ile bağlı bir yazar Pavese. İtalyan edebiyatının bu bunalımlı anti-faşist temsilcisi ününü, müthiş doğa betimlemeleri ile sunduğu ve kendi çocukluğunundan izler taşıyan İtalyan köy hayatını anlattığı romanları ile kazanmış. Ülkemizde ise, bizim bunalımlı yazarımız
"Gemileri yakmak."Biz bu deyimi, geri dönüşü olmayan bir karar alıp, uygulamak olarak kullanırız genelde. Ama bu deyimin bir de hikayesi vardır.
Ünlu Emevi komutanı Tarık bin Ziyad, kumandaksındaki binlerece kişilik orduyla birlikte Cebeli Tarık boğazından gemilerle İspanya'ya geçmiş. O sırada İspaya kralının yüz bin kişilik devasa
Sert bir esinti var bugün, genelde hava işlerine pek kafa yormam ama Fahri amcanın defnedileceği gün havanın birden bire bu kadar sertleşmesi tuhaf. Rüzgar; sapı, samanı, tozu karıştırıp savuşturdukça cenaze alayındaki nemli gözlerin sım sıkı kapanmasına sebep oluyor. Her kapanan gözün ardındaki insan belleği yalnız başına bir hayatı sonlandırmış