Yönetici olan oydu, kadındı. Özel- likle Clay'in muhteşem suratındaki ifadeleri izlerken, onu okşarken gözlerinin yukarı doğru kaymasından bunu daha iyi anlayabiliyordu.
Bu sırada Clay, Julia'nın avucunun içinde ileri geri gidip geliyordu. Julia boşta kalan elini süveterine sonra da sütyeninin kenarına daldırarak daha önce oraya
“Benimkisi de Jack Dawkins. Bana Usta Üçkâğıtçı derler!” dedi.
Oliver böyle bir adı olan birinin, dürüst bir insan olamayacağından emindi, ama Üçkâğıtçı’nın yardımına o kadar ihtiyacı vardı ki hiç sesini çıkarmadı.
Des cümlesini bitirdiğinde bir kaç kez gözlerimi kırpıştırdım. "Bu çok..."
"Benim diyarımın yemini." Yüzümü kavrayan ellerini henüz indirmemişti. "Yıllardır bunu sana söylemek istiyordum." Alnını benimkine yasladı. "Kadim aşk yeminleri yanlızca insanlara has bir şey değil."
Ve sonra beni öptü.
ROMEO: Ah, sana doyamadan mı bırakacaksın beni böyle?
JULİET: Nasıl bir doyum bekliyorsun ki bu gece?
ROMEO: Aşkının katıksız yemini benimkine karşılık.
JULİET: Onu sana verdim bile, sen daha istemeden,
Olsa da keşke bir kez daha versem.
ROMEO: Geri mi alacaksın yine? Peki, neden sevgilim?
JULİET: İçtenlikle geri vermek için sana
Elimde olan bir şeyi istiyorum hem,
Cömertliğim uçsuz bucaksız denizler gibi,
Denizler gibi derin sana olan sevgim
Sana ne kadar verirsem, o kadar çoğalıyor bende kalan,
Sonsuz çünkü ikisi de.
"Daha kaç yumruk yemeyi planlıyorsun, tesoro?"
Ona bu şekilde pek seslenmediğim için bir an şaşkınlıkla duraksadı. Ardından yüzüne uzanan bileğimden kavrayarak beni kendine biraz daha yaklaştırdı.
Elim omuzlarına düşmüştü. Sıcak dudaklafı önce alnıma değdi; huzurlu bir dokunuştu bu. Ardından çoktan kapamış olduğum gözlerimi öptü. Tek tek, özenle...
Yanaklarıma değen dudakları içimin ürpermesine neden oldu. Birkaç saniyeliğine aramızda mesafe bıraktığında gözlerimi açtım. Yüzü hâlâ benimkine çok yakındı, dudakları ay ışığında parlıyor, gözleri izin almak için yalvarıyordu. Kendime biraz daha ona doğru itti. Bu bir cevaptı.
Dudaklarıma yaklaştı ve usulca fısıldadı.
"Ti amero fino a quando I'ultima stella del mondo non esca."*
Bu, sanki büyülü bir yemindi. Sanki bizi birbirimize bağlayan tüm hayali zincirler artık gerçekti. Sanki sonsuzluk bizi kabul etmiş, engin gökyüzünün şahitliği altında aşkımızı ilan etmişti.
Monna dudaklarımız arasındaki mesafeyi kapattı.
Sonra yıldızlar alev aldı...
*"Seni evrendeki son yıldız sönene kadar seveceğim."
Öpüşmeye başladık, yarığını okşadım, o da benimkini
tutmuştu. Üzerine çıktım. İçine kendisi aldı benimkini. Bir
süre daha okşadım onu, benimkini neredeyse tamamen çı-
karmış başını ileri geri hareket ettiriyordum. Sonra tama-
men girdim içine, yavaşça, tembel bir şekilde. Sonra birden
dört beş kere sertçe gidip geldim, başı yastığın