“Girin aziz konuklar!” dedi kadın ve konuştuğunu duyunca az önce şarkı söyleyen o berrak sesin onun sesi olduğunu anladılar. Odanın içine doğru birkaç tedirgin adım daha attılar ve bir yudum su dilenmek için bir kulübenin kapısını çalıp da karşılannda canlı çiçeklere bürünmüş genç ve zarif bir elf kraliçesi bulan köylüler misali, kendilerini garip
"Muhafız."dedim hali hazırda tükürür gibi. "Yüzünüzdeki kuduz bir köpek tarafından ısırılmış gibi duran yarım ay yerine parlak bir çember görsem elemental ayaklarınıza kapansın diyebilirdim, her şeye rağmen ne kadar güzel görünüyorsunuz."
Uzun uzun kışkırtmasının ardından ellerini önünde birbirine kenetleyip gözlerini kısdı
"Bu gece bana da bir dans lütfeder misiniz?"
"Yakında,"dedim ifademi Bir saniye olsun bozmadan.
"Anlamadım..."
"Elemental ayaklarıma kapandığında, yakında olma Kasır. Çünkü Üzerine basıp geçmekten bir an bile tereddüt etmeyeceğim."
"Sizi incittiysem beni bağış-"
"Ne cüretle?"diye güldüm.
"Beni nasıl incitebilirsin ki?"
Yüzümde bir gülümseme ile ona doğru yaklaştım. kadehten küçük bir yudum aldım.
"Dikkat et,"dedim kaşlarımı çatıp.
" Oyun oynamayı tüm kediler sever ama Kaplanlar sonunda değnekten sıkılıp senin kemiklerinle devam eder."
Vücutlarımız, birbirimize en kolay verebileceğimiz şeydir; asıl mesele hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır.
“Ömründe hiç sevmemiş... Hiç mutlu olmamıştır ömründe... Haklısınız, güçlü sayılmaz!” Bir yudum içti. İçini çekti. “Evet, çok zor böyle çetrefil bir yürekle yaşamak...”
susuzluk
Sudaki görüntün bana
aşkın yalnızca susuzluk olduğunu
söylüyor.
Islak gözlerinden bir yudum almak bana,
susuzluğun yalnızca bir baştan çıkma olduğunu
söylüyor.
Anne sevgisi yaşamımızdaki o ancak yudum yudum elde ettiğimiz fakat hiç vazgeçemediğimiz -ve amacına tümüyle aykırı olarak- birçoğumuzun bir yudumunun bedelini, canlılığını feda ederek ödemek zorunda olduğu şeylerden değil midir?
Önce bilgiyle, sonra düşünme ile gelen, insanın kendini üstün görmesi, diğer bütün konuşan yaratıkları ilk bakışta yargılaması belli bir yaşa kadar devam eder. Sonra bir gün fark edilir hiçbir canlının anlaşılabilecek kadar basit olmadığı. İçine kapanık bir çocuğun sınıf arkadaşlarını pompalı tüfekle katlettiğini okursun gazetede. Orta yaşlardaki başarılı bir mühendisin bir çocuk gibi evinden, ailesinden kaçtığına tanık olursun. Yargılar isabetsiz hale gelir. Çözdüğünü ya da uyanışından yatağına dönüşüne kadar bir gün boyunca neler yaptığını tahmin ettiğini sandığın insanları aslında ne kadar az tanıdığını fark edersin. Ve yıllarca sadece kendini çift hatta daha fazla sayıda hayat sahibi gördüğünden, şaşırırsın bir benzerini başkalarının da yapabilmesi. Hatta senden yüz kitap daha cahillerin aklından geçenleri okuyamadığın için utanırsın kendinden. Oysa onlara benzememek için hiçbir iş yapmamış, hiçbir inanca ve amaca sahip olmamışsındır. Sadece gözlem ve eleştiri vardır hayatında. Ama on sekiz yaşına kadar son derece normal, başarılı, popüler bir çocukluk geçirerek gelmiş bir gencin kendini asmasına tanık olunca, bir yudum bile yükselememiş olduğunu anlarsın.