Bunu okuyan kişi :
Senin için de bir duam var : Dilerim ki Allah kaderine küstürecek insanları alnına yazmasın.
Ya seni çok sevdirsin gelene , ya da onu hiç karşına çıkarmasın.
“Portakal’ın ana vatanı olarak Hindistan’ın kuzeyi gösterilir. Portakal’ın Malezya mitolojisindeki adı da ‘naga ranga’dır. Bizdeki ‘narenciye’ kelimesi de diğer dillerde ‘portakal’ manasına gelen ‘naranje’, hatta İngilizcede hem turuncu hem de portakal anlamına gelen ‘orange’ kelimesi de bu ‘naga ranga’ya kadar uzanır gider.
Biz hiç bu mitolojik işlere girmeden doğrudan ‘portakal’ adını vermişiz. Çünkü ‘Portekiz’ adıyla bildiğimiz ülkenin adını, bir zamanlar İtalyanca seslenirmişiz: ‘Portogallo’. İşte bu narenciye de bize ta oralardan gelince, hiç uğraşmadan geldiği ülkenin adını vermişiz. Tıpkı ‘Antep fıstığı, Şam fıstığı, Adana kebabı, Anamur muzu’ gibi isimlendirmeleri bu ‘narenciye’ye de uygulayarak, ‘portakal turuncusu’ demişiz ona ve zamanla ‘turuncu’ ifadesi atılarak sadece ‘portakal’ı bırakmışız.”
Ben Bir Eylül Sen Haziran
Bir Eylül'dü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar katar gidiyordu kuşlar uzaklara
“Vatanımın bacaklarıma ve kollarıma ihtiyacı vardı. Ben de verdim..!”
Evet, yanlış okumadık. Bu sözler, kitapta hikâyesi anlatılan iki bacağını ve bir de kolunu yitirmiş bir göçmene ait. Yaşadığı en kötü acılara rağmen kahramanca tevekkül edebilen bir vatan sevdalısı..
GÖÇ; Tüm toplumların olduğu gibi, Türk toplumun da makûs kaderi. Hangimiz
Önce kısacık kendi gözümden yazarı anlatmak isterim. Hani bazı büyük yazarlar, eserlerinden ziyade karakterlerinden dolayı sevilirler ya, bu adam benim için öyle. Camus’nün 'saçma felsefesi'nde ve 'başkaldırma felsefesi'nde yoksulluk içinde geçen çocukluk yıllarının etkisini de hiçe sayamam. Varoluşçu olduğunu kabul etmese bile yaşamın yaşamaya değer olduğunu savunmaktan vazgeçmediği, hatta intiharın çözüm yöntemi olarak görülemeyeceğini söyleyerek, bir zamanlar yakın dostu olan Sartre ile fikir ayrılığına düştüğü de bir gerçek. (Dostluklarının son bulmasında aynı kadınla aşk yaşamalarının etkisini saymıyorum o başka bir günün konusu olsun) Gelelim bana her sayfasında “İnsan ne ise o mudur? Olması mümkün müdür? Ya da bir ideale varmaya çalışıyorsa, şu an nerededir?” diye sorduran bu şahane kitaba… Kitabı okumayanların bile ismine aşina olduğunu tahmin ettiğim ana karakter Jean Baptise Clamence, kendi yaşamını paylaşıyor bizimle. Varoluşuyla değil de rol yeteneğiyle zevk aldığından bahsediyor hayattan, iki yüzlülüğümüzü, bencilliğimizi, Proust’vari kıskançlığımızı yüzümüze vuruyor. Kendini hem ustalıkla suçluyor hem bu suçlardan aynı ustalıkta aklıyor benliğini. Hepimiz biraz böyle değil miyiz? Gerçeği aradığımızı söylerken koşar adım uzaklaştığımız tek şey salt gerçek değil mi? Uzatmak istemiyorum, henüz okumadıysanız lütfen bir an önce okuyun çünkü ben ne söylesem eksik kalır acı ve bilinçlenme bireyseldir.
DüşüşAlbert Camus · Can Yayınları · 202315,3bin okunma
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.
Hayâl içinde yaşatırlardı.
Güldürür ağlatırlardı
Duymadan biz, düşünmeden.
Her an bir asır kadardı.
O zaman herkes uzaktı ölümden.
Candan sevdiklerimiz vardı.
Hepsi başka güzeldi, bizi tanımazlardı.
Bütün yollarımız geçerdi gül bahçelerinden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.