Kayınvalidem biraz evhamlıydı. Akşama kadar sayısız kere tansiyonunu ölçer, doktora gittiğinde, "Bir şeyin yok" lafına çok sinirlenirdi. "Anam bu anlamıyo, ben ölüyorum, bir şeyin yok diyo" derdi. Reçetede yazılı ilaçları kendi kafasına göre alır, her hastalıktan anlardı. Bir akrabamız kanser teşhisiyle tedavi olurken ziyarete gittiğimizde, "Anam hiç olmazsa senin hastalığının adı belli, benimki daha belli bile olmadı" diye teselli ettiğini iyi hatırlıyorum. Bize gelirken tansiyon aletini yanında getirir, sürekli ölçerdi. Bilezik gibi neredeyse kolundan hiç çıkarmamacasına… O, annesinin önemli bir hastalığı olmadığını biliyordu. Kayınvalidem bizim evin kadrolu elemanları Ayten'i, İffet'i, Neriman'ı, Rıza Efendi'yi, karısı ve çocuklarını, beni, Ali'yi ve Ezo'yu sıraya sokuyor, tansiyonumuzu ölçtürüyordu. Ölçtüreni tekrar sıraya sokuyor, aynı şeyi bir tur daha yapıyordu… Her birimiz üçer beşer kere tansiyonumuzu ölçtürüyorduk. Annesi, "Yoruldum artık oğlum" deyince, "Anne, iyice doy bu alete de bırak elinden diye yapıyorum, seni mutlu etmek için" diyordu. Annesi de hem katılarak gülüyor, hem ölçmeye devam ediyordu. O, tamam deyinceye kadar bırakmıyordu. Oğlunun bu konuyla eğlendiğini biliyor, "dur" demesini bekliyordu. Böylece neredeyse yarım günü hepimiz kuyrukta geçiriyorduk İşi gücü bırakıp tansiyon ölçtürüyorduk…