... kalp dış zarından, fakat aslında kalbin neredeyse doğaüstü tabularla çevrili olduğu zamanlardan başlayan üç santimetrelik yolculuk bin yıl sürmüştür. Bu yolculuk esnasında kalp bir dönüşüm geçirerek manipüle edilebilecek ve kontrol edilebilecek bir makine hâlini almıştır.
Ölümünden üç hafta önce "İnsanlara yardım edebilmek benim için bir zevkti," demişti. "Ve belki sizler de bir şeyler öğrenmişsinizdir." Yine de başkaları Clark'ın hiçbir zaman hastaneden çıkmamış olması durumundan rahatsızlık duyuyorlardı. Neredeyse dört ay hayatta kaldı, diyorlardı. Peki ama buna gerçekten yaşamak denilebilir miydi?
..., hemen hemen yirminci yüzyılın başlarına kadar kalp özü itibariyle doktorlar açısından girilmesi yasak bir yer olarak kalmıştır. Aralarında beynin de yer aldığı belli başlı tüm insan organları üzerinde ameliyatlar gerçekleştirilmiş, ancak kalp, kendi membranöz dış zarından çok daha kalın bir tarihi ve kültürel yasaklar tabakasıyla kaplanmış olarak diğerlerinden ayrı bir yerde tutulmuştur.
Kalp yetmezliğinin son evresinde emekli bir diş hekimi olan Barney Clark 1 Aralık 1982'de Salt Lake City, Utah'ta ilk kalıcı yapay kalbe sahip olduğunda, otuz dokuz yıllık eşi doktorlara "Acaba hâlâ beni seviyor olacak mı?" diye sormuştur.
Kalbin ikiye bölünmüş tabiatı bende hayranlık uyandırırdı: Kaslardan yapılmıştı, hiç durmadan var gücüyle çalışıyordu ama aynı zamanda da fazlasıyla kırılgandı.
Bir cerrahı hızlı yapan nedir? Aceleci ya da çabuk hareketler değil. Aslında, tam tersi; iyi organize olmak, gereksiz şeyler yapmamak, her bir dikişi tam olması gereken yere atmak ve hiçbir şeyi tekrar etmemek. Yani cerrahlar hızlı hareket etmezler, bu sadece beyinle parmak uçları arasındaki bağlantı meseledir.
Pek çok araştırmacı tarafından kabul edildiği üzere aslında tıp ve din, kişinin kötü güçlere karşı savunulmasını amaçladıkları için her zaman bağlantılı olagelmişlerdir. Dolayısıyla tıbbın zamanla tapınaklarda geliştiği araştırmacıların gözünden kaçmamaktadır.
Burada bilim tarihine sağlıklı bir anlayışla bakabilmenin önemli bir sorun olarak karşımızda bulunduğu dikkatleri çekmektedir.
Pek çok müellifin, problemi medeniyetler yarışı olarak görmesi, tarihte olanı olduğu gibi anlayabilme yaklaşımını ortadan kaldırmaktadır. Âmir en-Neccâr'ın da pek yerinde vurguladığı üzere İslâm tıbbı, Arap tıbbı, Yahûdi tıbbı vb. kavramlardan bahsetmek anlamsızdır. Tıp bilgi birikiminin bir ifadesidir ve ele alınan herhangi bir tarihsel kesit, ancak bu bilgi birikimine katkılarıyla anlam kazanacaktır.
Ağaçların acıyı hissedebildiğini, hafızaları olduğunu ve ebeveyn ağaçların çocuklarıyla birlikte yaşadığını öğrendiğinizde artık onları sanki sıradan bir işmiş gibi devasa makinelerle kesip hayatlarını altüst edemiyorsunuz.
Bilmekle, beklemek arasındaki ayrılık, uzaklık, değişiklik; dimağımızla duygularımız arasındaki bu hayırlı gaflet, onu, teselli etmekle de kalmıyor, yaşatıyordu.
Ömer Ağın bir gün, şöyle, oh! diyip yan geldiğini görmedim. O, çalışmıyan, boş duran, aylak gezen insanlara karşı, kendi çalışkanlığını mazur göstermek ister gibi, boynunu bükerek, adeta bir suçlu sıkılganlığı ile:
-Çalışmadan duramam! der.