Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
“İnsanlar ve sokak çocukları arasında kimsenin göremediği bir sınır olurdu. Bizler bu sınırı en başından öğrenirdik ve umursamaz gibi görünürdük. Bakın görünürdük diyorum çünkü aslında içimizde ağlayan bir sınırdı bu bahsettiğim.”
Narkissos’un kendi güzelliğini her gün bir gölün sularında seyretmeye giden bu yakışıklı delikanlının efsanesini biliyordu Simyacı. Bu delikanlı kendi görüntüsüne öylesine vurgunmuş ki, günün birinde göle düşüp boğulmuş. Onun göle düşüp boğulduğu yerde de bir çiçek açmış, bu çiçeğe nergis adı verilmiş. Ama kendi yazdığı öyküyü böyle bitirmiyordu Oscar Wilde. Tatlı su gölünün kıyısına gelen orman tanrıçaları Oreas’ların onu bir acı gözyaşı kavanozuna dönüşmüş olarak bulduklarını yazıyordu Oscar Wilde. Neden ağlıyorsun? diye sormuş Oreas’lar. Narkissos için ağlıyorum, diye yanıtlamış göl. Ne var bunda şaşılacak, demiş bunun üzerine orman tanrıçaları. Bizler ormanlarda boşu boşuna onun peşinde dolaşır dururduk, ama onun güzelliğini yalnızca sen görebilirdin yakından. Narkissos yakışıklı bir genç miydi? diye sormuş göl. Bunu senden daha iyi kim bilebilir ki? diye karşılık verdi iyice şaşıran Oreas’lar. Her gün senin kıyılarına gelp sularına bakıyordu! Göl bir süre sessiz kalmış. Sonra şöyle konuşmuş: Narkissos için ağlıyorum, ama onun yakışıklı olduğunu hiç fark etmemiştim ben. Narkissos için ağlıyorum, çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum. İşte çok güzel bir hikaye, dedi simyacı.
Reklam
Yaşam bir ritimdir.Titreşerek,kalplerimiz kan pompalar.Bizler birer ritim makinesiyiz,işte biz buyuz.
Her birimizin parmak izi nasıl farklıysa, yaşam seçimlerimiz de farklıdır. Bu farklılığı görerek yaşamın da farklı olması bizler için en doğaldır.
Sayfa 206
Kadınlara layık değilsiniz sizler! Bizler çocuklarımızı taşırız Yüreklerimizin altında, ve sadakati de; Ama siz erkekler, o gücünüzle ve tutkunuzla, Aşklarınızı da harcayıverirsiniz hemen sarılışlarınızla!
Çocuklara dünyayı farklı görmeleri için yardım ederken bizler de farklı görmeyi öğrenmiş oluyoruz.
Reklam
“Yoo, aa yoo. Birden fazla kişilikli insanlar şizofrenik değildir,” diyor kadın kafasını sallayarak. “Bizler kesinlikle tehlikesiziz.”
Bizler yolcuyuz ve yol boyunca ilerliyoruz. Hepimiz,bilgili olduğumuz kadar cahiliz de.
Bizimki dahil olmak üzere modern kültürlerin çoğunda ise, egemen tutumun kurbanı olmaya katlanmaya dayanıklılık deniyor ve semptomlarımızın ciddiyetine aldırış etmeden bu yükü taşıyabilmek bir çeşit kahramanlık sayılıyor. Büyük bir çoğunluğumuz bu sosyal geleneği sorgusuz sualsiz kabul ediyoruz. Neokorteksimizden aldığımız gücü, mantıksallaştırma yeteneğimizi kullanarak, kişinin ciddi bir tehdidin üstesinden gelmiş olduğu, hatta bir savaşı bile "sıyrıksız atlattığı" izlenimi vermekte zorlanmayız ve çoğumuzun yaptığı şey de tam olarak budur. Daha çok diğerlerinin hayranlığını kazanmak için "soğukkanlı görünmeye çalışırız - sanki hiçbir şey olmamış gibi davranan birer kahraman gibi dolaşırız.Bizi süper-insan olmaya teşvik eden bu sosyal adetler insana ve topluma çok büyük haksızlık ederler. Eğer nispeten nazik dürtülere baş eğmeden hayatta ilerlemeye girişirsek, üzücü deneyimlere geri döndürülürüz ve güç gösterimiz illüzyon olmaktan ileri gidemez. Aradan geçen zamanda da travmanın etkileri gittikçe büyüyerek daha ciddi bir hal alır ve sağlamlaşarak kronikleşirler. Sinir sistemimizde donmuş halde saklanan yarım kalmış tepkiler ise zorla uyandırıldıklarında patlamak üzere programlanmış birer saatli bombaya benzerler. Insanoğlu bu gücü boşaltmak için uygun araç gereci ve desteği bulana kadar bizler açıklanamayan öfke patlamaları yaşamaya devam ederiz. Gerçek kahramanlık yaşanan dene- yimleri bastırıp inkar etmek değil, onları açıkça kabullenecek cesarete sahip olmaktır.
Reklam
Bu toprakları işgal edenler, nasıl birtakım dinî gerekçe ve vaatlerle bize karşı savaşıyorlarsa, bize düşen misliyle onlara karşılık vermemizdir. Onlar Tevrat'a dayanarak bizimle savaşmaları halinde biz de Kur'an'a dayanıp onlarla savaşmalıyız. Onların referansı Talmut ise bizim de referansımız Buharî ve Müslim olacaktır. Onlar, "Bizim kutsal günümüz Cumartesi'dir" diyecek olurlarsa onlara, "Bizim de kutsal günümüz Cuma'dır" diyeceğiz. Onlar için önemli olan "Heykel" ise bizim için önemli olan "Aksa"dır. Şayet onlar, Yahudilik bayrağı altında birleşip bize karşı savaşırlarsa bizim de İslâm sancağı altında birleşip onlara karşı savaşacağımız muhakkaktır. Onlar, ordularına Musa ismini verecek olurlarsa biz de o vakit ordularımıza Musa, İsa ve Muhammed -Allah'ın salât ve selâmı üzerilerine olsun- isimlerini vereceğiz. Zīra bizler Hz. Musa'ya (a.s) onlardan daha lâyık ve onda daha hak sahibiyiz.
Acaba bizler, yara almadığımıza, güçlü olduğumuza bu kadar inanan çocuklarımızın bir gün biz yok olduğumuzda duyacakları boşluğu nasıl hafifletebiliriz? Şimdiden başlamalıdır ama nereden?
Dünya Sağlık Örgütü Amerika, İngiltere, Japonya, Güney Kore gibi endüstrileşmiş modern ülkelerde salgın hâlinde bir uyku eksikliği sorunu olduğunu belirtiyor. Uyku azlığı ve buna bağlı hastalıkların roket hızıyla yükseldiğini bildiğimiz bu ülkelerle en azından bu alanda yarışmak istemeyiz. Aslında bizler gece ve karanlık ikilisinin avantajını tam anlamıyla kullanabilmek için uyuyoruz. Karanlıkta bizler için büyük menfaatler vardır. Hiçbir yere yetişemeyen, meşgul modern insanların düşündüğünün aksine, uyku bir zaman kaybı değil, kârdır.
"Kendimize kabul ettirmemiz gereken en önemli şey önemli olmadığımızdı, ukalalık taslamamamız gerektiğiydi; kendimizi dünyadaki başka hiç kimseden üstün görmemeliydik. Bizler kitap kabından başka bir şey değiliz, kendi içimizde önem taşımıyoruz."
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.