Kimlik duygusu gelişmemiş kişiler, ilişkinin içinde kendilerini kaybetmekten korktukları için yakınlıktan çekinirler. Bu kişiler aşık olduğunda, hisleri olağanüstü derecede yoğun ve boğucu olur ve saplantılı, gelgitli aşklar yaşanır.
Harekete geçebilmek için hareketi engelleyen şeyleri keşfetmeliyiz. Çoğumuzsa harekete geçmek istemeyiz, yaşadığımız zorluk budur. Konuşmayı, bir ideolojinin yerine bir başkasını koymayı tercih ederiz, böylece ideoloji aracılığıyla hareketten kaçarız.
Daha ötesini arama, “olan” dan kaçmaktan başka bir şey değildir; kaçmak istiyorsanız, din ya da tanrı sarhoşluk kadar iyi bir kaçıştır.
İster içmek, ister kiliseye gitmek, isterse başka bir şey olsun, bütün kaçışlar aynıdır.
Oysa çoğumuz ilişkide kendimizi açığa vurmak istemeyiz. Tam tersine ilişkiyi kendi yetersizliklerimizi, kendi sorunlarımızı, kendi belirsizliklerimizi kapatma aracı olarak kullanırız. Böylece ilişki yalnızca hareket, yalnızca etkinlik haline dönüşür. İlişkinin çok acı verici olduğunu fark ettiniz mi bilmiyorum; açığa vurma sürecine dönüşmediği sürece ilişki kendinizden kaçma aracı olmaktan öteye gidemez.
Kendini daha büyük bir şeyle özdeşleştirme arzusu güç arzusudur. Bu nedenle milliyetçilik ya da başka bir toplumsal inanış dünya için bir lanettir iktidarı elde etme arzusudur.
Pico della Mirandola aynı görüşü daha güçlü biçimde ifade etmekteydi: “Onda her şey vardır; o halde her şeye dönüşsün, her şeyi anlasın ve bu şekilde bir tanrı olsun.” Hayvanların değişmez bir doğası varken, insana -özellikle sanatçılara-doğasını değiştirme ve “her şeye dönüşme” gücü verilmiştir. Sanatçı olmaya yüklenen anlam böyleydi ve sanatçıya verilen önemin sebebi buydu.
Tamam, birini söylüyorum: Özgürlük. Bence siz, diğer şeylerin yanı sıra, yitik bir varoluş modelini, nesne ile özne arasında, doğal olanla doğaüstü olan arasında, uyanmakla rüyalara dalmak arasında hiçbir sınırın olmadığı bütünlüklü bir yaşam tarzını yeniden yakalamayı takmışsınız kafaya. Bir şekilde yaşam ve sanatın, yaşam ve doğanın, yaşam ve dinin yeniden soydaş olmaları ile ilgili, bir zamanlar tüm toplumların ortaklaşa yaşadıkları, ritüel, efsanevi düzeyde bir yaşam bu. Ritüellerinizin amacı, bence, insan oğlunu birtakım klişe imgelere ve tahmin edilebilir tepkilere köle etmiş, yaşantı yelpazesini acınası bir biçimde -en azından sizin görüşünüze göre- daraltmış uzlaşımlardan kurtarmak.
Otorite, ruhun doğumla ölüm arasında maruz kaldığı en zarar verici travma. Doğru değil mi Amanda? Kimse otoriteyi sevmez. Otoriter insanlar, otoriteyi seviyor olmalı diye itiraz edebilirsin ama sevmiyorlar işte, kendilerine otoriteyi dayanmış olanlardan intikam almak için başvuruyorlar ona.