Şeker Portakalı'yla ilk tanıştığımda 12 yaşlarındaydım. O zamanlar okuduğumda da çok sevmiştim bu romanı.
Küçük Zezé 5 yaşlarında ancak bir o kadar da afacan bir çocuk. Yaptığı yaramazlıklar sonucunda -hatta bazen suçsuz olsa da- ailesinden dayak yemektedir. Yaramazlıkları ve ailesinin tutumundan dolayı kendini kötü çocuk olarak tanımlasa da aslında düşünceli ve iyi yürekli bir çocuktur.
Fakir bir aileden gelen Zezé, taşındıkları evin bahçesinde şeker portakalı fidanıyla tanışır ve yaşadığı olayları Minguinho adını verdiği bu ağacıyla paylaşır. Kurduğu hayal dünyasında kardeşi Luis ile birlikte çeşitli oyunlar oynarlar, ata biner gibi portakal ağacının dallarına otururlar, bahçede kendilerine hayvanat bahçesi gibi ortamlar yaratırlar. Bitmeyen merakıyla Edmundo Dayı'ya sorduğu sorular, sokakta Ariovaldo ile söyledikleri şarkılar ve sonrasında tanıştığı Portuga'sı ile geçirdiği vakitlerle herkesin içini ısıtabilecek bir karakter Zezé.
Ailesi tarafından sadece şeytanlık yapmakla suçlansa da okulda en uysal ve en başarılı öğrenci olmayı başarır. Ailesinin hiçbir zaman anlamadığı ve şefkat göstermediği Zezé, şefkati Portuga'dan görür ve onu babası yerine koyar. İçimizi ısıttığı kadar, sevgisizlik ve yaşanan ayrılıklarla bir o kadar da hüzünlü bir hikayedir. Okurken bazen kitabın içine girip Zezé'ye sarılmak istediğimi söyleyebilirim. Şeker Portakalı, çocuk bir kahramanı anlattığı için çocuk romanı olarak söylense de bir çocuk romanından çok daha fazlasıdır.