Bir kadının boynuna yapışmış, sille tokat sıraya sokuyordum; çocuğunu emziriyordu; kocası partizanlarla birlikti. Döndü, yüzüme baktı; bu bakışı hayat boyu unutmayacağım. Yaşadığım sürece yapma fırsatını bulacağım tüm iyilikler içimin rahatlamasına yetmeyecek. Ağzını bile açmadı kadın ama içimde büyük bir çığlık duydum; “Bu kadar alçaldığın için utanmıyor musun Leonidas?” Dondum kaldım. “Utanıyorum/’ diye mınldandım. “Utanıyorum ama askerim, özgür değilim, bağışla beni!” Kadın hiçbir şey demedi başını iyice dikip çocuğunu göğsünde sıktı, sıraya girdi. “Bu kadının elinde yetki olsa, kışlayı ateşe verir, hepimizi yakardı,” diye düşündüm. “Çocuğu, bundan böyle süt değil, kin emecek,, nefret, öç emecek. Büyüdüğünde başkaldıranlara katılacak, babasıyla anasının yapamadıklarını o tamamlayacak. Yaptığımız haksızlıkların karşılığını pahalı ödeyeceğiz.” İnanır mısın sevgilim, bu düşünce beni avuttu. “Öyleyse,” diyordum kendi kendime, “gaddarlığımız, yaptığı mız bütün kötülükler, horlamalar boşuna değil. Kurbanlarımızın yüreğini uyandırıyor, katılaştırıyor. Bu köylülerin, hiç başkaldırmadan, hayat boyu eğiklik içinde uyu malarına fırsat vermiyor, tekmeleyerek uyandınyoruz.” Gerçekten uyanırlar; yakında, dağların, ovalan ezmek üzere aşağı ineceğini göreceğiz. Tann isterse o bebek başlarına geçecek, bugün kendini beğenmiş, suskun bir ananın kollarında sıktığı o bebek