Termometrenin alçalmasını bekleye bekleye, herkes, gayet anlaşılabilir bir şekilde, gitgide daha fazla hırtlık yapıyordu. Askerlerle idare arasındaki özel ve toplu sürtüşmeler de böylece abuk sabuk ve biteviye sürüp gidiyordu, tabii idareyle tüccarlar arasındakiler de öyle, sonra geçici olarak ittifak kuran bu ikisiyle ötekiler arasındakiler de yine aynı şekilde, derken tümünün zencilere karşı ve nihayet zencilerin kendi aralarındaki de. Böylece, sıtmadan, susuzluktan ve güneşten artakalan sınırlı enerjiler de, nefrete dönüşerek tüketiliyordu, üstelik bunlar o kadar keskin, o kadar kalıcıydılar ki, sömürgelilerin çoğu oldukları yerde geberip gidiyordu, kendi kendilerini zehirleyerek, akrepler gibi.
Ne var ki, bu pek azgın anarşi tümüyle dışa kapalı polisiye bir çerçeve içine hapsediliyordu, sepetlerindeki yengeçler gibi. Boşuna söyleniyordu memurlar, zaten Vali, sömürgesini köleleştirmek için gerekli tüm pespaye kapıkullarını rahatlıkla işe alabiliyordu, istediği kadar zenci de bulabiliyordu, sefaletin binlercesini kıyılara doğru sürdüğü, ticarete yenik düşmüş, bir tas çorba peşinde borç batağına saplanmış zenciler. Bu acemi erlere mevzuat öğretiliyordu, bir de Vali’ye hayran olma yöntemleri. Vali sanki üniformasının üstünde kasasındaki tüm altınları taşır gibiydi, hem de üstüne güneş vurdu mu inanılmaz oluyordu, tüyler cabası.