Termometrenin alçalmasını bekleye bekleye, herkes, gayet anlaşılabilir bir şekilde, gitgide daha fazla hırtlık yapıyordu. Askerlerle idare arasındaki özel ve toplu sürtüşmeler de böylece abuk sabuk ve biteviye sürüp gidiyordu, tabii idareyle tüccarlar arasındakiler de öyle, sonra geçici olarak ittifak kuran bu ikisiyle ötekiler arasındakiler de yine aynı şekilde, derken tümünün zencilere karşı ve nihayet zencilerin kendi aralarındaki de. Böylece, sıtmadan, susuzluktan ve güneşten artakalan sınırlı enerjiler de, nefrete dönüşerek tüketiliyordu, üstelik bunlar o kadar keskin, o kadar kalıcıydılar ki, sömürgelilerin çoğu oldukları yerde geberip gidiyordu, kendi kendilerini zehirleyerek, akrepler gibi. Ne var ki, bu pek azgın anarşi tümüyle dışa kapalı polisiye bir çerçeve içine hapsediliyordu, sepetlerindeki yengeçler gibi. Boşuna söyleniyordu memurlar, zaten Vali, sömürgesini köleleştirmek için gerekli tüm pespaye kapıkullarını rahatlıkla işe alabiliyordu, istediği kadar zenci de bulabiliyordu, sefaletin binlercesini kıyılara doğru sürdüğü, ticarete yenik düşmüş, bir tas çorba peşinde borç batağına saplanmış zenciler. Bu acemi erlere mevzuat öğretiliyordu, bir de Vali’ye hayran olma yöntemleri. Vali sanki üniformasının üstünde kasasındaki tüm altınları taşır gibiydi, hem de üstüne güneş vurdu mu inanılmaz oluyordu, tüyler cabası.
Ne var ki, yeni rejim içinde farklı zenginleşme ve mal edin­ me dereceleri vardır. Bazı insanlar her şeyi nakde çevirebilir ve parlak oportünistler olduklarım kanıtlar. Bol bol iltimas yapılır ve yozlaşma hüküm sürer, ahlâki değerler çöker. Bu­ gün ulusal servetin kıtlığına kıyasla akbabalar çoklar ve son derece açgözlüler. Burjuvazinin elinde gerçek bir iktidar ara­ cı haline gelmiş olan parti, devlet aygıtını güçlendirir ve hal­ kın elini kolunu bağlayarak hareketsiz hale gelmesine yol açar. Parti devletin halk üzerindeki denetimine yardımcı olur. Giderek bir zor aracı haline gelir ve açıkça anti-deınokra tik­ tir. Parti bilmeden, bazı durumlarda da bilerek ticari burjuva­ zinin işbirlikçisidir. Ulusal burjuvazi zenginleşmek için olu­ şum aşamasını nasıl es geçmişse, aynı şekilde kurumsal dü­ zeyde de parlamenter aşamayı es geçer, Nasyonal-Sosyalist türde bir diktatörlüğü seçer,
Reklam
44. Evet, Kur’an’ın Arapça indiriliş hikmetini kavrayamayan, bu yüzden de onun evrenselliğine itiraz eden câhiller şunu bilsinler ki: Eğer Biz Kur’an’ı yabancı bir dilde göndermiş olsaydık, o zaman onun ilk muhatabı olan Araplar haklı olarak, “İman etmemizi istediğin bu kitabın ayetleri, bize anladığımız dilden açık ve anlaşılır biçimde beyân edilmeli değil miydi? Arapça konuşan bir toplum ve onları hidâyete çağıran yabancı bir kitap; ne tuhaf şey bu!” diyeceklerdi. O hâlde, tüm insanlığa seslenerek de ki: “Bu Kur’an, gerek Araplardan, gerekse diğer toplumlardan olsun, bütün inananlar için bir yol göstericidir ve insanlığı tehdit eden her türlü mânevî, kültürel, siyâsî ve toplumsal dertlere, yaralara kesin bir şifâdır. Bu mükemmel kitaba inanmayanlara gelince, onların kulaklarında, hakîkati işitmelerine engel bir sağırlık var. Kur’an karşısında onlar kördür, sağırdır ve dilsizdirler. Hiçbir şekilde ondan yararlanamazlar. İşte bu yüzden Kur’an, onlara göre kapalı, anlaşılmaz, karanlık bir kitaptır. Öyle ki, apaçık hakîkate dâvet edilirken onlar, sanki çok uzak bir yerden çağrılan ve çağrıyı işitmekte zorluk çeken kimselere benziyorlar. Zaten tarih boyunca, Allah’tan gelen bütün kitaplara aynı tepkiler gösterilmedi mi? Nitekim:
Onu özlemiştim. Onunla bu şekilde olmayı özlemiştim. Düğmeleri deliklerinden çıkardıkça, gömleğinin yakaları birbirinden ayrılarak önce güçlü boynunu, sonra da göğsünün birazını ortaya çıkardı. Benimle oyun oynar gibi, göğüs kaslarının hemen altındaki düğmede durup kol düğmelerine geçti. Kol düğmelerini birer birer, yavaş hareketlerle
Sayfa 201
DÜŞÜNDÜĞÜNÜ YAPMAK Bankada işe başladığım yıllarda kafamda ülkemize kast edenler kimler, nasıl yapıyorlar ve bunların hakkından nasıl gelirim düşüncesi vardı. Bütün yaşam mücadelem Mustafa Kemal Atatürk'ün yarım kalan devrimini tamamlamak üzerine bir düşünce ile başlayarak bugünlere geldi. Sadece düşünmek yetmez. Sadece eylem yetmez,
Yaşamda adaleti aramak için koşullanmışız ve bulamadığımızda, öfke, endişe ve hayal kırıklığı hissetmeye eğilimliyiz. Aslında. sonsuz gençliğin kaynağını ya da benzer bir mit'i aramak da eş değer üretkenlik taşımaktadır. Adalet var olmamıştır. Hiç olmadı ve hiç de olmayacak. Dünya bu şekilde yaratılmadı. Kuşlar solucanları yer. Bu solucanlar için adil değil. Dünyada adalet olma dığının farkına varmak için doğaya bakmanız yeterli, Kasırgalar gelgitler, seller, kuraklıklar hepsi haksızlık.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.