“Ağlamıyordum ama yüreğimin üstünde taş gibi ağır bir şey vardı. Altüst olmuş zihnimden artan bir hızla düşünceler, varsayımlar geçiyordu; ama başıma gelen felaketi anımsatan her anı bu düşünce ve varsayımların dolaşık zincirini kopartıyordu ve beni bekleyen yazgı konusunda çıkışı olmayan bir bilinmezlik, umutsuzluk ve korku labirentine giriyordum tekrar.”
He yalnızlığın, bir önceki yalnızlıktan daha saf ve daha gelişkin bir doğası vardır. Sürgün edilmiş insanlar daha açık ve daha yürekten, gecenin derinliğinde anımsanan bir rüya gibi duru ve yumuşak bir melankoli hissederler. Bu bana hâlâ, çocukluk "krizlerinin" belli belirsiz hüzünlü gizemini ve büyüsünü anımsatır. Kimliğin bu ani yok oluşunda, o erken dönemin lanetli boşluklarına düştüğüm anları yeniden yaşarım; bu açık seçik anlarda dünyayı, sanrıya yol açan esrimelerim canımı sıktığında beni biçimlendiren boşunalığın ve eskimenin tuhaf atmosferi içinde görürüm.
Sayfa 39 - JaguarKitabı okudu
Reklam
Tesadüf; bende hep böyle dinledim ve bildim “Leyla ile Mecnunu”
“Bulutsuz bir geceydi..Ön camdan yıldızlarla kaplı gökyüzünü görebiliyorum..Gökyüzü bana annemin anlattığı meşhur Arap aşk öyküsü “Leyla ile Mecnun”u anımsattı..Öyküde Kays adında bir adam Leyla adlı bir kadına çok aşık olur ve duygularında hep açıktır, kadına duyduğu aşk hakkında şiir üstüne şiir yazar, öyle ki çevresindekiler ona Arapça “cinli” ya da “deli” anlamına gelen mecnun lakabını takarlar...Mecnun Leyla’dan kendisiyle evlenmesini isteyince babası onun koca olamayacak kadar dengesiz biri olduğunu söyleyerek reddeder... Trajik bir öyküdür...Başka bir adamla evlenmeye zorlanan Leyla üzüntüsünden ölür...Mecnun köyünü terk eder ve tek başına çöllerde dolaşır,kendi kendine konuşup kumlara şiirler yazar, derken bir gün Leyla’nın mezar taşına denk gelir ve ölene kadar mezarın yanında bekler....İki sevgili adına ağlasam da annemin bu öyküyü anlatmasını çok severdim...Beni normalde korkutan karanlık gökyüzü romantik bir hal alırdı...Leyla Arapça “gece” demektir...Annem de öyküyü gökyüzünde iki yıldızı işaret ederek bitirirdi..”Gerçek hayatta birlikte olamadıklarından ölümden sonra birlikte olmak için dua etmişler,” derdi bana...”Böylece Tanrı da onları yıldıza çevirmiş ve hep yan yana dururlarmış...”
Sayfa 134Kitabı okudu
Beni kendine alıştırırsan yaşamım anlam kazanır...
E, ne yaparsın işte ,hiçbir şey tam istediğin gibi değildir,” dedi.Ben tavukları avlarım, insanlar da beni.Bütün tavuklar birbirinin aynı,insanlar da birbirine benziyor.Canım sıkılıyor bu yüzden. Ama sen beni kendine alıştırırsan yaşamım anlam kazanır.Öteki ayak seslerinden değişik,tanıdığım bir ayak sesi olacak. Öteki ayak sesleri beni yerin altına kaçırır.Seninkiler, bir müzik sesi gibi...Şu buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim işime yaramaz. Benim için bir şey ifade etmezler . Bu da hüzün verir.Ama senin altın renkli saçların var senin. Harika bir şey olur beni kendine alıştırırsan.Altın renkli buğday ,bana seni anımsatır.Buğday tarlalarındaki rüzgar sesini de severim o zaman .
Sayfa 76 - TilkiKitabı okudu
Yinelenme! Şunu da biliyorum: Her şey, hayatımızı yinelenmenin dışında bulmayı beklemeyip, o yinelenmeyi, o umarsız yinelenmeyi, kendi rızamızla (bize zor kullanılsa da) hayatımız yapmayı başarıp başaramamamıza bağlı, bu da, ‘Ben buyum!’ diyebilmekle mümkün… Ne var ki bir sözcük, beni ürküten bir mimik, bana bir şey anımsatan bir manzara (bunlar hep yinelenme), içimdeki her şeyin bir kaçışa dönüşmesine, umutsuz bir kaçışa, salt yinelenme korkusu yüzünden bir yerlere gitmek için giriştiğim bir kaçışa dönüşmesine yetiyor-
Kimi sözcükleri söylemek ayıp ya da bayağı sayılır da, o sözcüklerin yerine, aynı anlamı veren yabancı sözcükler kullanılınca ayıp sayılmaz? Bunu hiç düşündünüz mü? Örneğin, sidik yerine Arapça idrar denilir; ikisi de aynı şey değil mi? “Çay, çiş getirir.” ya da “Çay çok işetir.” denilmesi çok ayıp ama “Çay diüretiktir.” dersek ayıp olmuyor. Dildeki bu ikiyüzlülük beni sinirlendiriyor. Üstelik bu dil ikiyüzlülüğümüz gittikçe yayılıyor, yani bir anlamada gittikçe sözde kibarlaşıyoruz. Çocukluğumda dona herkes don derdi ve don demek de ayıp sayılmazdı. Şimdilerde çok ayıp, Frenkçesi “Külot” dersek kibarlaşıyoruz. Don, kıçımızı kapadığı için mi ayıp sayılıyor? E peki, don kıçımızı örtüyor da külot neremizi örtüyor? Eskiden gebe sözcüğünü kullanmak da ayıp sayılmazdı. Şimdilerde onun yerine “yüklü” anlamına gelen Arapça “hamile” sözcüğü kullanılıyor. Gebe hayvanlar için bile kibarlaşan köylüler “İnek hamile kaldı” diyor. Gebe sözcüğü, bir kadının gebe kalması için gerekli işlemi anımsattığı için mi ayıp sayılıyor. İyi de kadınlar hamile kalmak için başka bir işlem mi yapıyorlar? Ne biçim insanlarız?
Reklam
305 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.