Kuşkusuz, dedi Robin, bu, cevabı güç bir soru. Kimi bana nazik der, kimi zalim; kimi has dürüst adam der, kimi hain hırsız. Doğrusu, dünya insanı binbir gözle görüyor, dolayısıyla beni hangi gözle göreceğiniz size kalmış. Benim adım Robin Hood.
Öyleyse soru şudur: 'Bengidönüş', varoluşsal ve etik bir felsefi argüman mıdır; bir yazınsal metafor mu? Bir Bilimsel proje mi, yoksa Metafizik bir spekülasyon mu?
Hemen belirtmeliyim: 'Bengidönüş', Nietzsche için, metafizik bir anlam taşımaz. Zerdüşt, insanlara 'yeryüzüne bağlı kalmaları' için yalvarır: 'Yalvarırım size kardeşlerim' der,
Türkiye Nasıl Kalkınır?
…
Lenin, İsviçrelilerin dürüstlüğü karşısında çarpılmıştır. Bu donakalma öyküsünü bize Lenin'in karısı Nadejda Krupskaya anlatır. Çünkü, kocasından önce çarpılan da o olmuştur. Öykü şöyledir:
İsviçre et getirtmekte güçlüklerle karşılaştığı için hükümet günün birinde, halkı haftada iki gün et yememeye çağırır. Ama kasaplarda yine de her gün et satılmaktadır. Bir akşam, Bayan Krupskaya, kasaptan etini almış, eve gelerek yemeğini vurmuştur. Gaz ocağının başında oyalanırken sofaya çıkan ev sahibesi Bayan Kammerer'e Hükümet'in çağrısına halkın uyup uymadığının nasıl denetlendiğini, bu iş için evlerin çevresine gözcüler mi dikildiğini sorar. Ev sahibesi, bu hiç beklemediği soru karşısında şaşırır. Karşılığı şöyle olur:
–Denetlemeye gerek yok ki... Bu konuda güçlüklerle karşılaşıldığı bir kez yayımlandı. Bu yeter. İşçiler et yenmeyecek günlerde et yemez. Bunu yapsa yapsa kentsoylular yapar.
İsviçrelilerle ilgili bir dürüstlük davranışına da bizim Ahmet İhsan tanık olmuştur. Servetifünun gazetesinin yöneticisi Zürich’e ayak bastığı gün, İstasyon Caddesi’nde bir sürü sarraf dükkânı görmüş, birine girerek cebindeki Alman ve İngiliz liralarını İsviçre parasıyla değiştirmiştir. Öğle yemeğinde paralarını saydığı vakit şaşırır:
- A, yüz frank fazla! Yine sarrafa giderek para fazlasını geri çevirmek istediğinde sarrafın, kendisine verdiği yanıt aklını bütün bütüne karıştırır:
-Gerçi biz size para bozduk ama, fazla verdiğimizi bilmiyoruz. Alamayız.
Düşünün ki
Sonya, Lujin’in bütün niyetlerini önceden biliyordunuz, böylece Katerina İvanovna’nın,
onun çocuklarının, ek olarak da (kendinizi bir
hiç olarak gördüğünüz için ek olarak diyorum)
kendinizin tümüyle mahvolacağını (hem de
kesinlikle) biliyorsunuz! Poleçka’nın da öyle…
çünkü o da aynı yolun yolcusu… Evet, böyle bir
durumda, eğer her şey sizin elinizde olsaydı,
yani birilerinin yaşaması ya da ölmesi, diyelim
Lujin’in yaşaması ve alçaklıklarına devam
etmesi ya da Katerina İvanovna’nın ölmesi size
bırakılmış olsaydı, nasıl bir karar verirdiniz?
Bunlardan hangisi ölmeli size göre? Evet,
soruyorum.
Sonya kaygılı gözlerle bakıyordu ona.Bu
dolambaçlı, bu uzaktan uzağa bir şeyler
hatırlatan sözlerde özel bir şeyler sezer gibi
olmuştu.
— Böyle bir şey soracağınız içime doğmuştu,
–dedi; dikkatle, merakla bakıyordu
Raskolnikov’a.
— İyi, öyle olsun; ama siz söyleyin bana:
Kararınız ne olurdu?
Sonya yüzünde bir tiksinti anlatımıyla:
— Olmayacak şeyler üzerine neden soru
soruyorsunuz bana? –dedi.
— Öyleyse, Lujin’in yaşaması ve
alçaklıklarına devam etmesi daha iyi? Buna da
mı karar verecek cesaretiniz yok?
— Bu Tanrı’nın işi, ben nereden bilebilirim?..
Hem ne diye bana böyle hiç sorulmayacak
şeyleri sorup duruyorsunuz? Böyle anlamsız boş
şeyleri? Hiç böyle bir şey benim kararıma
kalabilir mi? Filancanın yaşamasına, filancanın
yaşamamasına karar vermek hakkını bana kim verdi?
Raskolnikov somurtarak:
— Tanrı’nın işi dediniz miydi, artık konuşacak
bir şey kalmıyor demektir, –diye homurdandı.
Düşünün ki
Sonya, Lujin’in bütün niyetlerini önceden biliyordunuz, böylece Katerina İvanovna’nın,
onun çocuklarının, ek olarak da (kendinizi bir
hiç olarak gördüğünüz için ek olarak diyorum)
kendinizin tümüyle mahvolacağını (hem de
kesinlikle) biliyorsunuz! Poleçka’nın da öyle…
çünkü o da aynı yolun yolcusu… Evet, böyle bir
durumda, eğer her şey sizin elinizde olsaydı,
yani birilerinin yaşaması ya da ölmesi, diyelim
Lujin’in yaşaması ve alçaklıklarına devam
etmesi ya da Katerina İvanovna’nın ölmesi size
bırakılmış olsaydı, nasıl bir karar verirdiniz?
Bunlardan hangisi ölmeli size göre? Evet,
soruyorum.
Sonya kaygılı gözlerle bakıyordu ona.Bu
dolambaçlı, bu uzaktan uzağa bir şeyler
hatırlatan sözlerde özel bir şeyler sezer gibi
olmuştu.
— Böyle bir şey soracağınız içime doğmuştu,
–dedi; dikkatle, merakla bakıyordu
Raskolnikov’a.
— İyi, öyle olsun; ama siz söyleyin bana:
Kararınız ne olurdu?
Sonya yüzünde bir tiksinti anlatımıyla:
— Olmayacak şeyler üzerine neden soru
soruyorsunuz bana? –dedi.
— Öyleyse, Lujin’in yaşaması ve
alçaklıklarına devam etmesi daha iyi? Buna da
mı karar verecek cesaretiniz yok?
— Bu Tanrı’nın işi, ben nereden bilebilirim?..
Hem ne diye bana böyle hiç sorulmayacak
şeyleri sorup duruyorsunuz? Böyle anlamsız boş
şeyleri? Hiç böyle bir şey benim kararıma
kalabilir mi? Filancanın yaşamasına, filancanın
yaşamamasına karar vermek hakkını bana kim verdi?
Raskolnikov somurtarak:
— Tanrı’nın işi dediniz miydi, artık konuşacak
bir şey kalmıyor demektir, –diye homurdandı.
Bilişsel davranışçı terapinin merkezinde olan otomatik düşüncede temel soru şudur: Aklınızdan ne geçiyor?
Örneğin sabah ofisinize geldiniz ve iş arkadaşınıza günaydın dediniz ancak size yanıt vermedi. Aklınızdan ne geçer?
Sizi duymadı.
Sizi duydu ama cevap vermedi.
Bu iki ihtimal üzerinden duygu ve tepkiler geliştirmeye başlarsınız. Yanına gidip kızgın bir şekilde “Neden bana cevap vermedin?” diye sorabilir ya da sakince “Sana günaydın dedim ama sanırım duymadın” diyebilirsiniz.
Doğru düşünmeyi öğrenmek mümkündür. Doğru düşünceyle hareket ettiğinizde sınırlarınızı da koruyabilirsiniz çünkü.
Bu defa devlete ihtiyacı olmayan şehre, devleti hatırlatmak, ihtiyaç hissettirmek için yine devlet eliyle bir Metro İstasyonu’na bir bomba yerleştirilir. Şehirde halkın nabzını tutmaya çalışan Belediye Başkanı da metronun yakınındadır. Olay mahalline gelir. Küçük bir yara alır. Pek çok insan ölür en az otuz ya da kırk kişi yaralanır.
Yangın
36:77 İnsan, kendisini bir damlacıktan
yarattığımızı görmez mi ki bize
karşı apaçık bir düşman kesilir?
36:78 Ve yaradılışını unutarak bize örnekli bir soru yöneltti: "Çürüdükten
sonra kemikleri kim diriltecek?"
36:79 De ki: "Kim onları ilk kez yarattıysa onları yine O diriltecek. O her türlü yaratmayı bilendir."
36:80 O ki, size yeşil (klorofilli) ağaçtan
ateş çıkarandır. Nitekim onu yakıyorsunuz.
36:81 Gökleri ve yeri yaratan onların
benzerini yaratmaya güç yetiremez
mi? Gerçekten O, Yaratandır,
Bilendir.
36:82 Bir şeyi dilediği zaman, ona sadece "Ol!" der ve o da hemen oluverir."
36:83 Her şeyin yönetimini elinde bu-
lunduran çok yücedir ve siz de
Ona döndürüleceksiniz.