"Ayrıcalıklı herhangi bir insan, gerçek mahkûmiyetin ne olduğunu bilebilir miydi?.. Biri soğuklarla, alevlerin yakıcı harıyla pişmeye memurken diğeri, dost ve ahbaplarını ayaklarının en tok kıvrımlarıyla ezerek yukarı çıkıyor, sesini soluğunu mutlak surette kesiyordu. Bu acımasızlık, bir parça hevesle yahut lalettayin anlatılarla hissizliğe indirgenemezken, doğruların sillesi de anlaşılmadan, anlaşılmayan olarak kalamazdı. Binlerce ölüm ve trilyonlarca katil... kimin haksız olduğunu konuşmak için zindanlara sormalı! Sormalı ki bizlere parmaklıklar göğsümüze tek hamlede gerçeği çalmalı! Bilinmezdi, bilemezdi ikiyüzlüler, sıcak evlerinde sakince, kaypak ve umarsızca oturmuş diğerlerini ahlaksızca, hiçbir eyleme, hiçbir gerçeğe yer vermezken... birimiz, diğerimizden bu yüzden koptuk işte; sevgimizin yerine lanetler, dostluğumuzun yerine riyakarlık, sevdamızın yerine kayırmalar, insanlığımızın yerini ise cimrilik ve namertlik aldı. Zannedilirse görüldü, ta içlerine kadar; soluyan, titreyen ve acıyan bu ruhun büyüklenmelerden uzak kallavi bedeni! Fazla söze yok, mahkûmlarız ve acı bir ölüme yol alıyor gibiyiz."
D.p