Ne şanslı küçük kız! Goethe ile sohbet ediyor.
Walschensee’ye varmadan yarım saat önce hoş bir macera yaşadım. 11 yaşındaki kızıyla beraber, bir arp çalgıcısı önüme çıktı ve çocuğu arabamı almamı rica etti. Adam çalgısını taşımaya devam etti, kız ise büyük, yeni bir kutuyu ayaklarımın dibine özenle yerleştirdi. Uslu, mektep görmüş bir mahluk; dünyada epey dolaşmış. (…) Zarif iri gözleri bazen biraz yukarı doğru kırışan inatçı bir alni var. Konuşurken hoş ve doğaldı; özellikle de çocuk gibi yüksek sesle gülerken… Buna karşılık sustuğunda sanki bir şeyi anlamlandırmak istiyordu ve üst dudağıyla yüzüne mahçup bir hava veriyordu. Onunla çok şey konuştum. Her yeri biliyordu ve her şeye dikkat etmişti. Mesela bir keresinde bana bu ne ağacı diye sordu. Bütün seyahatim boyunca ilk defa karşılaştığım güzel, büyük bir akça ağaçtı bu. Kız onu hemen fark etmişti. Bozen’a fuara gidiyormuş. Belki ben de oraya gidermişim. Benimle orada karşılaşırsa ona bir şey almalıymışım; ben de söz verdim. Orada yeni başlığını giymek istiyordu. Münih’te kendi kazancıyla yaptırdığı güzel bir başlığı. Bunu bana giymeden önceden gösterecekti. Derken o kutuyu açtı, ben de bu zengin işlemeli, güzel bağcıklı başlığa onunla birlikte sevinmeliydim… Başka hoş bir haber karşısında da aynı şekilde birlikte sevindik: Bana havanın iyi olacağına dair teminat verdi. Onlar barometrelerini yanlarında taşırlarmışmış. Ve barometreleri arpleriymiş. Arpin üs perde telleri tiz ise, hava iyi olacak demekmiş. Bugün de bakmışlar, üst eller tizmiş . Bu hayır alametini benimsedim ve keyfimiz yerinde yakında görüşmek umuduyla ayrıldık küçük kız ile…
Ah Selilm’im. Bana anlatsan dinlerdim!
Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim seni tanıdıktan sonra o güne kadar tabiat resmi yapmayı sevmediğim halde bir ağaç bir yaprak küçük bir ot bile çizmiş olmadığım halde ve
İletişim YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Kardeşim, Sekiz defa arayıp sen açmadıktan -yanlış anlama, mühim işin varmış, açmayacaksın tabii- veya senin ifadenle ben sana ulaşamadıktan sonra artık Hülya'ya daha fazla bozum olmayayım diye "Evimiz yandı. Perişanız. Ne olursa senden olur, acil bir el at." diye mesaj gönderiyorum telefonuna, pıt, arayıveriyorsun. Çok sevindik aslında. Ne güzel dostsun sen. Vallahi gözlerimiz doldu. Hülya'nın ayrı, benim ayrı. Da, üzüldük de bir taraftan. "Hele şu yangını baştan bir anlat. Nasıl oldu?" diye sorduydun telefonda da, ben de "Yahu Ömer Faruk, zaten canım burnumda. Bi git Allah aşkına." falan diye başımdan savarmış gibi ettiydim ya, seni biti kadar sevmediği halde Hülya bile çok kızdı bana. "Ayıp ettin çocuğa." dedi. "O kadar aramış. Kalbini kırdın." Düşün, Hülya diyorum Hülya. Zaten gururum yerle bir, kızarsa kızsın dedim, sövdüm saydım arkandan. "Aramasın amına kodumun çocuğu!" demişim o sinirle. Sana demeyeceğim de kime diyeceğim değil mi? Yanlış anlamadın inşallah. Senden hayır beklememeyi öğrenememişiz be Ömer Faruk. "Koşsun gelsin adamsa. Aramayla olaydı feysbuka telefon numaramı yazardım, önüne gelen arardı." falan da dedim üstüne. Vallaha yalan yok, kızdı mızdı ama "Haklısın o bakımdan." da dedi Hülya gene. "Ben o pezevenkten vefa bekleme diyordum ama, tutturmuşun bi Ömer Faruk da Ömer Faruk, al sana Ömer Faruk. Bok var!" bile dedi. Karnında lâf tutmaz biliyorsun. Yiğit kız.
Sayfa 11 - Yanlış Anlama Ömer Faruk...
Film gibi hayatlar...
Baratbay başlarına gelenleri anlatmaya başladı: -Biz Çekoslovakya-Avusturya hududunda Amerikalılara esir düştük. Birçok Azeri, Ermeni, Gürcü ve yüzden fazla Türkistanlı beraberdik. Bizleri ve birkaç başka milletten olan esirleri bir askeri kışlaya topladı­lar, yiyecek, içecek verdiler. İki gün sonra Sovyet asker ve subaylarının geldiğini