Kadın konferansında, Türklüğün unutulduğunu söyleyen Halide Edip.
Halide Edip, problemin temelini Türklük şuurunun unutulmasına bağlar ve şöyle der: “Kurtuluş için dindar, haysiyetli, çalışkan olmakla beraber, başka bir şey daha lazımdır. O da, her şeyden evvel şiddetle Türk olmaktır… Bu milliyetperverliktir ki, Türk milletini evvela büyük bir millet yapmış, bu hissin bizden gitmesi de tarihî şerefimizi eksiltmiş, bizi kuvvetten düşürmüştür. Yine düşmanlarımızı da bu milliyetperverliktir ki, onları yarım asır evvel hâlâ bugün sütçülerimiz, bilmem daha nelerimiz diye tahkir ettiğimiz Bulgarları bir millet, Avrupa’nın hatırı sayacağı bir millet hâline getirmiş; Fatihlerin, Selimlerin hüküm sürdüğü Türk ülkelerini onlara çiğnetmiştir… Bugüne kadar küçük bir Bulgaristan’ı, kocaman Türkiye’den güzel, bakımlı görmeye tahammül ettik. Hâlbuki tahammül etmeyecektik. Türkiye, küçük bir Bulgaristan gibi değil dünyanın en büyük devletleri gibi mamur olacaktı. Eğer olmadı ise kabahat kimde? Türk olmasını unutan bizlerde, erkek ve kadında da! Türk kadınları her şeyden evvel Türk kadını olduklarını hissetseydiler, çocuklarına Türklük şuuru aşılasaydılar, memleket pek başka olurdu… Eğer çocuklarımıza Türklük şuuru aşılarsak, memleket değişir.” Konuşması bugün için bile Türk çocuğuna ders verecek niteliktedir.
"Ünlü bir ilim adamı, bir yazar, Halep demiryolu boyunca, Arabistan'dan Almanya'ya kadar süren bir yolculuk yapmış. Tren penceresinden gördüklerini oldugu gibi yazmış. Arabistan'da diyor, insanlar yolların kıyısına, agaç gölgelerine boylu boyunca yatmışlar, horul horul uyuyorlar. Suriye'ye doğru baktım, insanlar oturmuşlardı, yüzlerinde bir tembellik, bir miskinlik vardı. Anadolu'da ayaga kalkmışlardı, ama gene tembeldiler, gene isteksizdiler. Gidecekleri yere agır agır, sallana sallana gidiyorlardı. Trenimiz Bulgaristan'a girdi, insanların yürüyüşü degişti. Baktım hızlı hızlı yürüyoriardı. Avusturya'ya geldik, insanlar daha bir canlıydılar. Hele Almanya'da, insanlar yürümüyor koşuyorlardı. Hatta döner merdivenler yapmışlardı, bir yandan insan gidiyor, bir yandan merdiven dönüyor, onu gidecegi yere daha çabuk götürüyordu. Işte arkadaşlar, Arabistan'dan Almanya'ya doğru insanın görünüşü ve uygarIıgın yükselişi budur. Biz ayakta uyuklayacak bir ulus degiliz. Öyle olmamalıyız. Milletimize bu kişiliği kazandırmalıyız. Biz işte o zaman kalkınacagız. Bu gerilikten o zaman kurtulacagız!
Sayfa 40 - e-KitapKitabı okudu
Reklam
Bulgaristan'da egemenliğini kaybettikten sonra Bizans Devleti'nin ömrü de pek uzun olmamıştır. Aynı şekilde Osmanlı Devleti de 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi'nden sonra Bulgaristan'daki egemenliğini kaybedince Balkanlar'daki diğer topraklarını da kısa bir süre sonra kaybetmiş ve düşman orduları İstanbul önlerine kadar gelebilmişlerdir. Bulgaristan'ı hâkimiyetinde bulunduran siyasi güç her zaman İstanbul ve Boğazlar için önemli bir tehdit unsuru olmuştur. Coğrafi konumu dolayısıyla Bulgaristan üzerinden, İstanbul, Anadolu ve Kafkasya'ya karadan ve denizden ulaşma imkânı mevcuttur. Dolayısıyla Bulgaristan, İstanbul, Anadolu ve Kafkasya bölgesine geçişler için çok önemli bir stratejik üs konumundadır. Tarih boyunca da Bulgaristan'ın bu özelliğinden yararlanılmıştır.
M.S. III. ve IV. yüzyıldan itibaren Bulgar Türklerinin Kafkasya'ya doğru yöneldikleri anlaşılmaktadır. 630'da Türkistan'da Gök-Türk İmparatorluğu'nun fetret dönemine girmesinden sonra Bulgarlar da Hazarlar gibi Gök-Türk boy birliğinden ayrılarak Büyük Bulgar Devleti'ni kurmuşlardır. Devletin kurucusu Başbuğ Kourt (Kurt) idi. O'nun sülalesi Mo-tun'dan beri Hun tanhuları yetiştiren ünlü Tu-ku ailesine dayanıyordu. Kurt'un dağınık Ogur kabile birliklerini siyasi teşkilat meydana getirdiği ülkesine "Büyük Bulgarya" denmekteydi.
Sayfa 2 - Türk Tarih Kurumu YayınlarıKitabı okudu
"Solcu gençler komünist Bulgaristan'da doğmuş olsalar Jiskov'a, Romanya'da doğmuş olsalar Çavuşesku'ya başkaldıracaklardı; başlarını örtmek için çırpınan genç kızlar da İran'da yaşıyor olsalar, başlarını açmak için mücadele edeceklerdi. Yaşasın başkaldırı ruhu, yaşasın devrim, yaşasın isyan, yaşasın Kropotkin, yaşasın Bakunin ve yaşasın Humeyni! Profesör bunları düşündü ve hemen arkasından da, "Bütün bunlardan sana ne ulan Pezevenk?" dedi. "Salak herif, bütün bunlardan sana ne? Dünyanın bu bölgesinde ve bu zamanda doğmuş olduğun için önüne çıkan her şeyi mesele yapmanın âlemi var mı? Eğer on dördüncü yüzyılda Çin'de doğmuş olsaydın, bambaşka sorunları dünyanın sonu zannedecektin ve yine yanılıyor olacaktın. Beş on yıl içinde şu tepe duracak sen gideceksin, şu deniz duracak sen gideceksin, hatta şu harap ev duracak sen gideceksin. Bırak bunları oğlum, bırak bu saçmalıkları."
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.