Eğer Hıristiyan burjuvazi ile sınıf mücadelesi etnik ve din sel çatışma düzeyine kaydırılmamış olsaydı, bürokrasinin ekonomi üzerinde siyasi denetim kurması, sonunda toplumsal yapı içindeki hegemonyasını yeniden oluşturması anlamına gelebilirdi. Oysa Rum ve Ermeni azınlıklar sadece pazar mantığının taşıyıcıları ve sonunda geleneksel yönetici sınıfı bertaraf edecek kapitalist sistemin burjuva unsurları olarak değil, aynı zamanda bürokrasinin geleneksel sınıf dengelerini yeniden kurmasını engelleyen, emperyalizmin içerdeki destekleri olarak görülüyorlardı. Bu görüş, azınlıkları Osmanlı devleti üzerindeki emperyalist baskı ile özdeşleştiren bir ideolojik perspektif çerçevesinde biçimlenmişti. Rumların ve Ermenilerin Babıali'yle ilişkilerinin evrimi, azınlıkların siyasi örgütleri tarafından da paylaşılmaya başlanan bu bakış açısından kaynaklanıyordu. Savaş başladığında reformcu bürokrasi, hem emperyalist baskıdan kaçabilmek için azınlıkları nötralize etmek, hem de dış baskıların içerdeki desteği olma tehlikesi taşıma yan yeni bir ayrıcalıklı grup bulma ihtiyacıyla aynı anda karşılaştı. Bu nedenle, bürokrasinin siyasi kontrolüne tabi olacak girişimciler Rumlar veya Ermeniler olamazdı; bunların devletin bütünlüğüne karşı bir tehdit oluşturmayan gruplardan gelmesi gerekliydi.