...Dudaklarımız aynı toprakla dolar, kemiklerimiz birbirine dolanırken ve iskeletimizi bembeyaz sıyırınca böcekler, söyle, kim ayırt edebilir bizi? Şimdi köylü kim? Soylu şövalye nerede?....
..her şey acil oldu birden. Acil oldu, gereksinim oldu, olmazsa ölünecek gibi oldu; dokunmak, sarılmak, anlatmak, açıklamak, konuşmak, sevişmek. Ve hepsinin ve her şeyin hemen o anda olması gerekti.
Bir daha nerdesin demiyeceğim. Bendesin artık. Dudaklarımın değdiği kadehlerdesin. Serin yağmurlar getiren bulutlardasın. Kah denizlerdesin, kah rüzgarlardasın. Uzaktasın ama yine bu şehirdesin.
Gittiğine inanmıyorum. Gel demiyeceğim.
Neredesin? Dün evinin önünden geçtim. Perdelerin kapalıydı, dolu doluydu gözleri pencerelerin. Kapın sanki bir daha hiç açılmayacak gibi kapanmıştı sokağın yüzüne. Kim bilir odalar, eşyalar ne haldeydi sensiz. Her dakika ayaklarının güzelliğiyle mest olan halılar ne yapıyordu şimdi? Ya kokuna ve sıcaklığına alışmış yatağın ne haldeydi? Baktım sen yoktun, duvarlar kararmıştı... Sokağından yaşayan bir ölü gibi geçtim ve bir hüzün anıtı halinde bıraktım evini...
Bana "çok yazıyorsun" diyorlar. Bir insana "sen çok yaşıyorsun, artık öl" denir mi? Benim yaşamam ve şiirim birbirinden ayrı şeyler değil ki! Yaşarken şairliğimi yaşıyorum ben.
Bütün suç benim.
Seni bu kadar sevmemeliydim.
Şu köhne ve utanmaz dünyada ne bir kimse bu kadar sevilmeye değer, ne de bir kimsenin bu kadar sevmeye hakkı var..
Dünyada sevmeyenlere, sevemeyenlere acımalı. O ot gelip ot gidenlere acımalı. Sevebilen insan kendini keşfetmiş insandır. Talihli insandır. Çektiği bütün acılara rağmen; mutlu, kıvançlı insandır o.