Ben bu uzun öykünün (roman değil bence), ne hayranı ne yekten karşıtı kaldım. Evet, yazarın üslubu son derece sanatlı ve kelimeleri çok sevdiğim süslülükte. Fakat konusunu haddinden fazla melodram öğelerle bezeli buldum. Hele ki bir yazarın ilk kitabı için en akla gelen anlatı bu olurdu, öyle de olmuş. Bence gerçek öykücü sonunu, başını Kibritçi Kız'a bağlayacağı bir metinle edebiyat dünyasına girmemeli. Yeşilçam melodramını Paris'e taşısak bu çıkardı. Şimdi kalkıp kadının kendini anlamlandırmasını, için için tek başınalığını, kocaman bir metropolde kalabalıklar içinde yalnızlığını falan konuşacaksak, bundan artık sıkılmadık mı? Tilki kürkü bulunca kendimi geri kazanacak kadar görünmez bir yaşlı kadınsam, bu ömrümü nerde kazandım, nerede neyi kaybettim? Suçu metropole atıp bir de üstüne "tilki kürkünü" mevzuya alet ederek kadının ayakları üstünde duruşunu kutsamak, aslında hiçbir şeyi kutsamamaktır. Metni yanlış anlamış olmayı isterdim. Ama maalesef öyle olduğunu düşünmüyorum. Şu konuyu Annie Ernaux yazsa çok daha başka bir yerden okur ve anlıyor olurduk.
Çeviri için, bence kelime seçimi ve sözdizimi çok iyi. Belli ve gayet sanatlı bir üslubu var çevirmenin. Özellikle bazı yerlerde oluşturduğu uyak ve ses dizimleri şiir gibi. Çok sevdim.
Sadece bir yerde metne uymamış bir yerelleştirme var. Fakat olsundu. Güzel bir çeviri olduğunu düşünüyorum.