Kitap daha başındayken geleceğin satırlarına ışık tutuyor. Hazırlan zor bir süreç seni bekliyor, diyor adeta. Bunu ise Yusuf’un hayatını anlatan ilk satırlardan derinlemesine bir psikolojinin içine sürükleneceğimizi anlayabiliyoruz.
Bir çocuğun hayata karşı yerli yersiz olgunluğu, psikolojisi ve bunun neticesinde sabrını, sessiziliğini, naifliğini görüyoruz. Hepsi o kadar gerçekçi ki, içselleştirmemek elde değil. Haliyle de kimi zaman Muazzez’e, kimi zaman Yusuf’a (kimi zaman az kalır -bana göre-elbette çoğu zaman) ama en çok da Şahinde’ye kızarken buluyorsunuz kendinizi. Kızını meclis’i işretlere sürekleyen bir annenin yaptığını ne kadar doğru, ne kadar haklı bulabilir insan havsalası.
Karakterlerin üzerinden yoğunlaşarak dünyada değişmemiş ve doyuma ulaşamayacak konuların haklılığı ise tartışılamaz. Bir toplumda devlet güçlerinin yapmış olduğu yolsuzluğu, haksızlığı, bireysel güç ve çıkarların yanı sıra ekonomik güçlerle nasıl doyuma ulaşamayacağının örneğini sunmuş bizlere Sabahattin Ali. Ayrıca böyle bir dünya için ölüm gerçeği, bazen bir direnişin bazen ise bir kurtuluşun simgesi olmuştur. Belki de bu yüzdendir kitabın bir ölümle başlayıp bir ölümle son bulması. O halde bizler de matemlerimizi ya da matem gibi gördüğümüz şeyleri tek başımıza yüklenerek hayata doğru yürüyelim. Düşünen, sorgulayan, baskı altında kalmayan, ezilmeyen bir yaşantı için, Kuyucaklı Yusuf gibi.