Kısacası, Miss Murdstone sevmiyordu beni. Aslında orada hiç kimse sevmiyordu, ben bile kendimi sevmiyordum; çünkü beni sevenler bunu gösteremiyor, sevmeyenlerse bunu o kadar açık bir şekilde ortaya koyuyordu ki…
Benim işim insanlık olmalıydı. insanların refahı, mutluluğu, merhamet, yardımlaşma, anlayış, iyilik ve sabır olmalıydı eşim. Tüccar olarak iş hayatım gerçek işlerin denizinde bir damla olmalıydı sadece.
Bunlar benim defalarca aklımdan geçirmiş oldugum
düğüncelerdi. Bunun tam olarak böyle oldugunu o an bile
çok net bir biçimde görebiliyordum. Fakat zavallı, sersem
bir köylü çocuğu olan ben, nasıl olur da en seçkin ve bilge
erkeklerin her gün içine düştükleri o muhteşem çelişkiden
azade olabilirdim ki?
Nasıl ki insanın sahip olduğu bilgi dağarcığı bir ışık huzmesini parçalara ayırıp yapısını analiz edebiliyorsa, daha gelişmiş zekâlar, dünyamızın şu cılız parıltısında, her türlü bilinçli canlının düşünce ve eylemlerini, her türlü erdem ve kötülüklerini okuyabilir.
Bir an bu yazılanları okumayı bırakın ve sizi hiçbir zaman çevrelemeyecek olan demirden, altından, dikenden ya da çiçekten uzunca bir zincirin ilk halkasının böyle unutulmaz bir günde oluştuğunu düşünün.