"Var olmak, arkaplanın parçası olmayı reddetmektir," dedi Vaiz. "Varlığınız hakkında hüküm verirken akıl sağlığınızı bile riske atmıyorsanız ne düşünüyorsunuzdur ne de varsınızdır."
Vaiz aşağı inip tekrar Alia'nın kolunu tuttu... yine hiç aranmadan ve duraksamadan yapmıştı bunu. Ama bu kez Alia'nın canını acıtmadı. Onun kulağına eğilip, "Beni tekrar arkaplana çekmeye çalışmaktan vazgeç kardeşim," diye fısıldadı. Sonra elini genç rehberinin omzuna koyup kalabalığa doğru ilerledi. Kalabalık ikiye ayrılarak o tuhaf çifte yol verdi. İnsanlar Vaiz'e dokunmak için ellerini uzatıyordu ama huşulu ve ürkektiler; o tozlu Fremen cüppesinin altında ne olduğunu öğrenmeye korkuyorlardı.
Kalabalık Vaiz'in peşinden giderken, Alia afallamış halde tek başına kalakaldı.
Birden emin oldu. O Paul idi. Buna şüphe yoktu. O ağabeyiydi. Alia kalabalığın hislerini paylaşıyordu. O ilahi varlığın huzuruna çıkınca dünyası tamamen değişmişti. Peşinden koşup, kendisini kendinden kurtarması için ona yalvarmak istiyor ama kımıldayamıyordu. Herkes Vaiz ile rehberinin peşinden giderken Alia dayanılmaz bir çaresizliğe kapılmıştı; sarhoş gibiydi... öyle yoğun bir rahatsızlık duyuyordu ki tir tir titriyor, kaslarına hâkim olamıyordu.
"Ne yapsam? Ne yapsam?" diye kendine sorup duruyordu.
Artık yanında destek alabileceği Duncan ya da annesi bile yoktu. İçindeki hayatlar da suskunluklarını koruyordu. Kale'de muhafızların gözetiminde olan Ganimet vardı ama Alia yaşadığı sıkıntıyı o sağ kalan ikizle konuşmak istemiyordu.
"Herkes bana karşı. Ne yapsam?"