Küçükken evimizin yanından küçük bir yokuş inerdi. Yokuşun sonunda bir araba yolu, araba yolunu geçince de küçük bir mahalle bakkalı vardı. Murat Amca. Her zaman koşa koşa inerdim o yokuştan. Çoğu zaman da hızımı alamaz dükkana balıklama dalardım yüzüstü. Murat Amca beni kaldırırdı yerden. Elimden sımsıkı tuttuğum bozuk paralar olurdu. Bu paralar babamın bakkala yolladığında para üstünden tırtıkladığım madeni paralardı her zaman. Öyle zengin değildik, hiç de olmadık.
Murat Amca anlardı. Eğer eve bir şeyler alacaksın sakin sakin gelirdim dükkana, çok istekli olmayan bir ifade ile. Kendime bir şey alacaksam zaten uçarak ekmek kasalarına kadar giderdim. Beni yerden kaldırırdı. Kırık çıkık kontorlünden sonra ben üstümü başımı silkeler. Tozdan undan arınır. Kapalı olan elimi yukarıda doğru çevirerek açar ve sorardım. Her zaman aynı soru:
- Buna ne olur?
O zaman sayı saymayı da işlem yapmayı da bilmezdim. Murat amcaya güvenmekten başka çarem yoktu. İçimde de şüphe olmazdı zaten. Benim için o ne derse oydu.
Murat Amca avucumdaki paraya bakar, hesaplar ve bana ya bir balon, kırmızı, ya bir ciklet, Big babol, ya da artık her neyse ondan verirdi. Mutlu olurdum.
Sonra büyüdüm. Hala hayata karşı aynı saflıktayım. O ne verirse kabul ediyorum. Onca yıl birikitirdiklerimle hayatın karşısına çıkıp bir tek soru soruyorum artık hayatım yokuş aşağı gidecek yaşa geldiğinden beri:
- Buna ne olur?