İşte bence Batı uygarlığı sanatının en göze çarpan özelliklerinden biri, sahip olanın ya da hatta izleyicinin zevki için nesneyi kendisine mal etmesini içeren bu haris ve doymak bilmez istektir.
Claude-Lévi Strauss insanların veya toplumların, kendilerinden çok farklı insanlar veya toplumlarla karşılaştıklarında, kendileriyle özdeşleştirdikleri değerlere sığınarak farklı olanı yadsıma eğiliminde olduklarını da belirtir. İşte bu eğilim sebebiyle bize benzemeyene öteki sıfatını yakıştırmak kolaylaşır..
“Bize yabancı olan yaşam, inanış ve düşünme biçimleriyle karşılaştığımızda, “yaban alışkanlıklar” , “bu bizden değil” , “buna izin verilmemeliydi” , vb. türünden ürperti ve tiksinti dile getiren kaba tepkiler gösteririz.”
“Gobineau’ya göre soyların yozlaşması, ırklara tek bir değerler skalasıyla yaklaşıldığında her ırkın ortaya çıkan durumuna değil, melezleşme olgusuna bağlanıyordu; dolayısıyla bu yozlaşma, ırk farkı gözetmeksizin gitgide artan bir melezleşmeye mahkum olan tüm insanlığa yönelikti.”
İlkel denen halkların örneğinin bize öğrettiği gibi, karşılıklı hoşgörü çağdaş toplumların hiç olmadıkları kadar uzak bulundukları iki koşulun gerçekleşmesini gerektirir: göreli bir eşitlik ve yerli fiziki mesafe.
Uygarlık tarihi, yüzyıllar boyunca, şu ya da bu uygarlığın özel bir parıltıyla parıldayabildiğini göstermiştir. Ama bunun, tek bir gelişme çizgisinde ve her zaman aynı yönde olması zorunlu değildir.
İlk yazıların kullanım alanlarının sınırlılığı istenen bir şey olduğu için daha az kapalı bir yazı sistemi geliştirme dürtüsü vermiyordu kimseye. Eski Sümer kralları ve rahip yazının uzman yazıcılar tarafından vergi borcu olarak koyunların kayıtlarının tutulması için kullanılmasını istiyordu, yoksa kitlelerin şiirler yazmasını, kumpaslar kurmasını değil. İnsanbilimci Claude Lévi-Strauss'un dediği gibi, eski zamanlarda yazının en önemli işlevi “öteki insanları köle etmeyi kolaylaştırmaktı. Yazının uzman olmayan kişilerce kişisel olarak kullanılması çok sonra, yazı sistemlerinin giderek basitleşmesi ve daha fazla anlatım gücü kazanması sonucunda oldu.
Bilimsel düşünme vasıtasıyla doğa üzerinde egemenlik kurabildik -yeterince açık olan bu noktayı ayrıntı ile ele almaya gerek yok- oysa mit, insana çevreye tahakküm edebileceği maddi gücü vermekte açıkça başarısızdır. Yine de mit insana, çok önemli bir şeyi, evreni anladığı ilüzyonunu verir. Bu elbette sadece bir illüzyondur.
Yaşlılar, gençlik yıllarını birikimsel tarih olarak kabul ederken, yaşlılıklarında akıp geçen tarihi dural görürler. İçinde etkin olarak yer almadıkları, hiçbir rol oynamadıkları bir çağın onlar için hiçbir anlamı yoktur: Bu çağda hiçbir şey olmamakta ya da olanlar gözlerine hep olumsuz şeyler gibi görünmektedir; oysa bu sırada, torunları bu dönemi dedelerinin unutmuş oldukları büyük bir coşkuyla yaşamaktadır.