Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Yazıyla insan hayatı arasındaki garip ilişkiyi düşündüm. Yazı doğal bir şey değildi. İcat edilmişti, yani uçmak gibi o da doğamızda yoktu. Bu yüzden uçmaktan nasıl korkuyorsak yazıdan da korkuyorduk. Claude Levi-Strauss insanlığın gerilemesini yazının icadına bağlarken haklı mıydı yoksa?
Sayfa 315Kitabı okudu
Akrabalığın Temel Yapıları adlı kitabmda Claude Levi-Strauss, insan toplulukları ile hayvanlar arasındaki tek ortak özellik, doğa ile kültür arasındaki tek ortak nokta, ensestin yasak olmasıdır, diyordu. Bu sosyal yasa aynı zamanda evrenseldi..
Sayfa 75 - Doğan KitapKitabı okudu
Reklam
“Birbirinden uzakta kimseyi rahatsız etmeden var olabilen bağdaşmaz örf ve âdetler, aniden yakına geldiğinde birbiriyle çarpışır.”
Sayfa 64
İnsan Fransız devrimi'nin tarihini yazmayı düşünür düşünmez, bu tarihin aynı zamanda ve aynı sıfatla hem devrimcinin, hem de soylunun tarihi olamayacağını bilir (ya da bilmesi gerekir). Varsayım gereği, her birinin tümleyimi (bunların her biri ötekiyle ters-bakışımlıdır) aynı biçimde doğrudur. Öyleyse iki yoldan birini seçmek: ya öncelikle bunlardan birini ya da bir üçüncüsünü (sayılamayacak oranda çoktur bunlar) alıkoymak ve tarihte yarım toplayımlardan oluşmuş bir bütüncül toplayım aramaktan vazgeçmek; ya da hepsinin gerçekliğinin eşit olduğunu benimsemek gerekir.
Bir devrimin ya da bir savaşın her oluntusu ruhsal ve bireysel bir yığın deviniye dönüşür; bu devinilerin her biri bilinçdışı evrimleri dile getirir, bunlar da. göndermeleri fiziksel ve kimyasal türden olan beyinsel, hormona!, sinirsel olgulara dönüşür.
bir yandan tek amaçları iktidarla işlerini yürütmek olan soylular, öbür yandan kral ailesinin öbür yarısının ayağını kaydırmak isteyen yarısı, Paris halkını dilediği gibi oynatır.
Reklam
Solcu olarak adlandırılan insan, çağdaş tarihin pratik gereklerle düşünsel yorum çerçeveleri arasında bir uygunluk ayrıcalığı sağlayan, belirli bir dönemine hala dört elle sarılıyor. ... Biz hala Fransız Devrimi'ne "ayarlıyız; ama daha önce yaşamış olsaydık, La Fronde'a "ayarlı" olurduk. La Fronde için söz konusu olduğu gibi, çok geçmeden Fransız Devrimi de eylemimizin kendisine göre biçimleneceği tutarlı bir görüntü sunmaz olacaktır.
... üstyapılar toplumsal açıdan "başarıya ulaşmış" başarısız eylemlerdir. Öyleyse en gerçek anlamı tarihten öğrenmeye çalışmak boşunadır.
Gerçek sorun, anlamaya çabalarken, anlamı kazandığımızı mı, yoksa yitirdiğimizi mi bilmek değil, alıkoyduğumuz anlamın elçekmek bilgeliğini gösterdiğimiz anlamdan daha iyi olup olmadığını bilmektir.
Böylece, gölge için avı, karanlık için aydınlığı, sanısal için kesini, bilim-kurgu için gerçeği elden bırakırmışız.
Reklam
insan, konuşan özne olarak, ister istemez gerçek olan deneyimini bir başka tümleyimde bulabiliyorsa, yaşayan özne olarak, aynı deneyime ille de insansal olmasa bile, canlı olan başka varlıklarda da ulaşamaması için bir neden göremiyoruz
Bir fizik bilimi kurmak isteyen Descartes, İnsan'ı Toplum'dan koparıyordu. Bir insanbilim kurmak savında olan Sartre'sa, kendi toplumunu başka toplumlardan koparıyor. Bireycilikle görgülcülüğün içine çekilince, bir Cogito -bön ve kaba olmak isteyen bir Cogito- toplumsal ruhbilimin çıkmazlarında yolunu şaşırıyor. Çünkü Sartre'ın kendilerinden toplumsal gerçeğin biçimsel koşullarını çıkarmaya çalıştığı durumların: grevin, boks karşılaşmalarının, futbol maçlarının, bir otobüs durağındaki kuyruğun, tümüyle toplum yaşamının ikincil yansımaları olması çarpıcıdır; bunlar onun temellerini ortaya çıkarmakta kullanılamaz.
Sartre, gerçekte, Cogito'sunun tutsağı olur: Descartes'ın Cogito'su evrensele ulaşmayı sağlıyordu, ama ruhbilimsel ve bireysel kalmak koşuluyla; Sartre'sa, Cogito'yu toplumsallaştırmakla, yalnızca hapisane değiştirmiş olur. Bundan böyle, her öznenin toplumu ve çağı kendisi için zamandışı bilinç yerini tutacaktır. Bunun için de Sartre'ın insana ve dünyaya yönelttiği bakış öteden beri kapalı toplumların özelliği olarak gösterilmekten hoşlanılan şu dar görüş olarak kalır. Bir yığın dayanıksız karşıtlıktan destek alarak ilkel ile uygar arasındaki ayrımı çizmekte dayatması, pek de ondan daha ince sayılamayacak bir biçimde, ben ile başkası arasında varsaydığı temel karşıtlığı yansıtır.
Ne var ki, insanın gerçeği farklılıklarının ve ortak özelliklerinin oluşturduğu dizgede yatarken, ister onlarda olsun, ister bizde, insan varlığının tümüyle tarihsel ya da coğrafyasal biçimlerinden yalnızca birine sığınmış olduğuna inanabilmek için, fazlasıyla benmerkezci, fazlasıyla bön olmak gerekir. İşe "ben"in sözde kesinliklerine yerleşmekle başlayan kişi bir daha çıkamaz buradan.
Bizim uygarlığımızda hiçbir şey, Avustralya'lı erginlerin dönem dönem bilgelerinin yönetimi altında kutsal yerlere yaptıkları dinsel gezilere, Goethe ya da Victor Hugo'nun eşyaları içimizde saymaca oldukları kadar da güçlü coşkunluklar yaratan evlerine yaptığımız konferanslı geziler kadar benzemez. ...önemli olan Van Gogh'un yatağının uyumuş olduğu yatak olması değildir: ziyaretçinin bütün beklediği bu yatağın kendisine gösterilebilmesidir.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.