Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bir ahlak dersi
 Öğretmenim siz demediniz mi ahlâklı adam doğru söyler diye... —    Otur yerine... Çocuklar, ahlâk son derece iyi bişeydir. Hepiniz ahlâklı olmalısınız. Örneğin, birisine bir söz verdiniz mi, ne olursa olsun, sözünüzü tutmalısınız. —    Ama öğretmenim, babam söyledi ama adını unuttum, birisi varmış, hayatı ucuzlatacağım demiş... —    Sus bakayım... Üstüne düşmeyen işlere karışma!... Çocuklar! Ahlâk gibi iyi bişey yoktur. Ahlâk üzerine yazılan kitapları okursanız, şaşırır kalırsınız. Peygamberler bile söylüyor. Siz daha mı iyi biliyorsunuz? Ahlâk çok, ama çok iyi bişeydir. O kadar iyidir ki... Ahlâk çok iyi şeydir. Vallahi billahi çok iyi şeydir, namussuzum çok iyidir. Zırrrr!» Paydos zili çalar, öğretmen alnındaki terleri siler, —    Oooooh!... çeker.
TEKİN YAYINEVİKitabı okudu
İstanbul'un işgal yılları
Memurlara maaş ödenemiyordu. Kışın en soğuk günleri odunsuz kömürsüz geçmişti. Vapur, tren ve tramvay seferleri kömür yokluğu yüzünden aksayıp duruyordu. Ekmeği, şekeri ancak karaborsa mallara parası yetenler satın alabiliyordu. Fakirler açlıktan ölüyordu ve ölüleri gömecek kefenin bile bulunamadığı yazıyordu gazetelerde. Üstüne üstlük her köşede halkın önünü kesmeye hazır birkaç düşman askeri bekliyordu. Çocuklar, sömürgelerden gelen askerlere cin görmüş gibi korkuyla bakıyordu. Onlar da kahkaha atarak süngülerini gösteriyor, korkunç suratlar yapıyorlardı.
Sayfa 22 - Can YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Çocuklar yaşam kaygılarımızı artırırlar, ama ölüm tasamızı azaltırlar.
Annem yok artık. Beni düşünen kalbi yok.
Annem yok artık, yeryüzü çok gördü onu, kalabalığın arasında kuş gibi çırpınan varlığını çok gördü.. Dalgın yüreğini çok gördü, bizim için çarpan, kaygılarla dolu yüreğini.. Annem yok artık. Bu kesin. Gelinecek bir yere gitmedi. İşte geldim çocuklar demeyecek, nasılsın yavrum demeyecek, sobanın yanında oturup uzatmayacak yorgun ayaklarını.. Sabah kahvaltılarının masası olmayacak artık, yine gel demeyecek, çıkarken ben kapıdan, çıkıp karanlığa karışırken.. Yeni bir dönemi başladı ömrümün, annemin olmadığı dönemi, onu yüreğimin üstüne nasıl bastırmak istediğimi bilemeyecek artık..
çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerin olmayacaktı. büyüyen bir zihinden ve onu saran etten ibaret kalacaktın. sadece bir insandan doğmuş olmaktan dolayı senden beklenen görevlerin hiçbirini yerine getiremeyecek ve sana sunulmuş hiçbir haktan yararlanamayacaktın. çünkü kurallara odaklanmış olacaktın. diğer çocuklar saklambaç oynarken, sen
Bir tek sen kaldın, rüyalarımı hayra yoran. Mütebessim bir yüzle gözlerimi dinlendiren. Şimdi de ki; olsun, bu da geçer! Kafamı çatlatan bu ağrı, gözaltlarımı morartan bu uykusuzluk, şekersiz kahve ve siga- ra üstüne sigara içilen geceler. Bütün kaslarımı gerdiren Kudüs sancısı ve sert bakışlı Afgan çocuklar. Bizim evimiz o günden beri yaz gibi sıcak.
Reklam
Ne delilik!
…sonra reçele benzeyen pembe bir tatlı vardı. Feride, çöreklerin üstüne bu tatlıdan sürerek Kâmran'a veriyordu: - Bunlar benim elimin marifeti... Bu çöreklerin ismini bilmiyorum, fakat tatlıya gülbeşeker diyorlar. İşini bitirdikten sonra yine o alçak mutfak iskemlesini bularak Kâmran'ın karşısına, hemen hemen ayaklarının dibine oturdu. - Şimdi söyle bana bakayım Kâmran, gülbeşekeri beğendin mi? Genç adam, gülerek cevap verdi: - Beğendim. - Sevdin mi? - Sevdim. - Bir daha söyle. - Beğendim ve sevdim. - Öyle değil, Kâmran, "Ben Gülbeşeker'i sevdim," de. Kâmran bu çocukça ısrarı anlamayarak gülüyordu. - Ben, Gülbeşeker'i sevdim. Feride, gözlerinde, yanaklarında ateşler uçarak, utancından kirpikleri titreyerek yüzünü ona yaklaştırıyor, yalvaran bir çocuk gibi boynunu büküyordu. Dudaklarında tutuk nefeslerle: - Bir kere daha Kâmran, "Ben Gülbeşeker'i çok seviyorum," de. Genç adam, istediği verilmezse ağlayacak çocuklar gibi bükülen, titreşen bu dudaklara heyecanlı bir hayretle bakıyordu. Sebebini kendinin de bilmediği gizli bir teessürle titreyerek: - Ben Gülbeşeker'i çok seviyorum, senin istediğin kadar çok seviyorum, dedi. Feride, bir çocuk sevinciyle ellerini çırptı, fakat dudakları gülerken gözlerinden yaşlar geliyordu. Ehemmiyetsiz bir şey için ağlayan bir yabancıyı ayıplar gibi: "Ne delilik, bir marifetini beğendirdiğin için bu kadar memnun olmak ne delilik!" diye çırpınıyor, kendi kendisiyle eğlenmeye, parmaklarıyla gözlerini kurutmaya çalışıyordu. Fakat yaşlar bir türlü durmuyordu. Tutuk bir feryada benzeyen bir hıçkırık; sonra yüzü elleri içinde, ağlaya ağlaya içeri kaçtı.
Sayfa 403Kitabı okudu
Bazılarımız kırık çocuklar olarak büyütüldük, bir yanımız hep kırıldı. İçimizde bir yer hep hoyratça yere fırlatıldı, üstüne çıkılıp ezildi ve paramparça oldu. Bizim içimizi kırdılar, içimizi paramparça ettiler. Tuzla buz ettiler bizi...
Sayfa 188 - Kumru SonatKitabı okudu
DOKUZ - OĞUZ MENKIBESİ
Dokuz - Oğuzlar evvelce, Kumlançu adı verilen bir ülkede otururlarmış. Burada Tuğla ve Selenga adlı iki ırmak akarmış. Bir gece oradaki iki ağacın üstüne, gökten bir nus nütunu indi. Bu ağaçlardan biri sümü yani huş yahut kayın ağacı (bouleau), diğeri kasuk (yani Cihangüşâ’ya göre çamfıstığı, Mahmud-i Kâşgarî’ye göre fındık) ağacı idiler.
Yaşamı anlamlandırmada ne gibi hatalara düşülebileceğini anne ve babaların, öğretmenlerin ve psikologların bilerek, kendilerinin aynı hataları yapmamaları durumunda şuna inanabiliriz ki toplumsallık duygusundan yoksun çocuklar, kendilerindeki yetenekleri ve yaşamın içerdiği olanakları daha açık seçik hissedecektir. O zaman yaşamın önlerine çıkaracağı ödevler karşısında uğraşıp didinmeyi elden bırakmayacak, kendilerine kolay bir çıkış yolu aramayarak ödevlere yan çizmeyecek ya da yükü başkalarının üstüne yıkmaya kalkmayacaklardır; kendilerine daha yumuşak davranılıp özel bir yakınlık gösterilmesini beklemeyecek, kendilerini aşağılanmış hissetmeyecek, kafalarından intikam düşüncesini geçirmeyecek ya da "Yaşamanın yararı ne? Ne veriyor bana yaşamak?" diye sormayıp şöyle söyleyecektir: "Biz, kendi yaşamımıza gereken biçimi vermek zorundayız. Bu oldum olası boynumuzun borcudur ve bunun altından kalkabilecek gücümüz vardır. Biz eylemlerimizin efendisiyiz. Yeni bir şey mi yaratılacak ya da eski bir şeyin yerine yeni bir şey mi koyulacaktır, bu yalnızca bizim işimizdir." Yaşam bu şekilde birbirinden bağımsız bireylerin ortak çalışması olarak görüldü mü, insanlığın ilerlemesinde sınır yoktur.
Reklam
Önümde bir sayfa vardı. Ben o sayfada hayatın bana neler getirebileceğini görebiliyordum. Ailem ise önümdeki o sayfayı bomboş görüyordu. Dans etmeyi seviyordum. Geceleri yatağıma girdiğimde kafamdaki her üzüntüyü silip kendimi bir dans sahnesinde hayal ediyordum. Bu benim tutkumdu, bu benim hayalimdi, bu benim hedefimdi. Bazılarımız kırık çocuklar olarak büyütüldük, bir yanımız hep kırıldı. İçimizde bir yer hep hoyratça yere fırlatıldı, üstüne çıkılıp ezildi ve paramparça oldu. Bizim içimizi kırdılar, içimizi paramparça ettiler Tuzla buz ettiler bizi. Bir ylbaşı gecesi oturup hayallerimi yazdığım bir kağıt vardı. Dans etmek istediğimi, kendimi tüm dünyaya göstermek istediğimi, alkışlanmak istediğimi yazmıştım. O kağıdı ertesi gün çöp kutusunda buldum ve buna ağlamam gerekirken güldüm. Yırtılıp çöp kutusuna atılan benim hayallerim değildi, o sadece bir kağıttı. Hayallerim benim içimdeydi. Ondan sonra hayallerimi yazmayı bıraktım. Ondan sonra sadece duygularımı ve hislerimi yazmaya başladm. Geleceği kağıda dökmenin, hayallerimi kafamdan çıkarmamın bir önemi kalmadı. Ben sadece kimsem, neysem, ne hissediyor ne düşünüyorsam onu yazdım.
Tomarla muştuyu omuzlayarak genç adamlar polisin sevmediği genç adamlar sokaklarda patronları kudurtan gazteler satarlardı. Ey şehre başaklar: militan ruhlar ekleyen hayat! Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken izmarit toplayan çocukların üstüne çekleri imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin bacımı koyvermiyorken şizofreni, yüzüme bak ve rahmini bana doğru tekrarla ben öyle bilirim ki "yaşamak berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır."
Sayfa 51 - ADAM YAYINLARI
Çocukları güzel yetiştirmek gerek
“Bu sebepten gitmeyecekler baba, köydeki çocuklar Yağız’la dalga geçiyorlar. Üstüne çamur fırlatıyorlar. Ben duyuyorum yazı yazarken, resim yaparken de ona kör diyorlarmış.” “Terbiyesiz onlar kızım, aile terbiye vermedikten sonra ne kadar okul değiştirirlerse değiştirsinler değişen bir şey olmaz.”
Çocukluğun İlk Yıllarındaki Durum
Bazı çocuklar oyuncaklar ya da hareketli bebekler olarak görülür, bazılarıysa yine üstüne titrenmesi gereken pahalı eşyalar gibi. Kimilerine de işe yaramaz bir yük oldukları hissettirilir. Ebeveynlerin ve yetişkinlerin tavırlarının bileşkesi çocuğu elinde iki güç olduğuna inandırır; büyüklerinin memnuniyeti ve memnuniyetsizliği.
Sayfa 83 - Lilith YayıneviKitabı okudu
Pazar günleri millet gelip karnınızın üstüne bir sürü çiçek falan koyacak, daha bir sürü zırvalık. Öldükten sonra çiçeği kim ne yapsın? Yani...
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.