Sonra milletin beni bir mezara tıktıklarını filan düşündüm, mezar taşında adım filan yazılıydı. Çepeçevre ölmüş heriflerle sarılmış durumda. Vay canına, öldüğünüzde işinizi gerçekten bitik yani! Ah nerede o günler, gerçekten öldüğüm zaman, şöyle aklı başında biri çıkıp beni denize filan atıverse, ne iyi olurdu. Ne yaparlarsa yapsınlar da, beni lanet bir mezara tıkmasınlar. Pazar günleri millet gelip karnınızın üstüne bir sürü çiçek koyacak, daha bir sürü zırvalık. Öldükten sonra çiçeği kim ne yapsın? Yani...
“Ne yılması be…” diye Pirana başladı yine. “Aslanlar gibi karşı koydular… Ama çok polis vardı.”
Geri Parkı’nda neler yaşandığını hatırlıyordum, korkunçtu. Hükümet acımasızca sürmüştü bizim çocukları göstericilerin üstüne. Hepimiz için utanç vericiydi. Bir kez daha anlamıştık ki bir ülkede otoriter bir yönetim varsa ilk kaybeden polis teşkilatı olurdu.
“Olanları biliyorum çocuklar.” Dedim daha fazlasını duymak istemediğim için. “Senin gözüne ne oldu, onu anlat.” Birden durdu, sanki sağ gözü şimdi kör olmuş gibi boş elini siyah bandın üzerine attı.
“Puştun teki,” dedi nefretle. “Puştun teki, üç metreden gaz fişeği sıktı tüfekle. Boş bulundum, yoksa yaklaştırmazdım yanıma. Başımı çevirmiştim ki herif bastı tetiğe… Fişek gözüme saplandı. Sert bir tokat yemiş gibi oldum. Her yer karardı, ama gözümün patladığını anlamadım, birazdan geçer zannettim.
SÜRVEYAN HEKİM
“Doktordan satılık araba” diye ilan verirler, çok doğru aslında.
Ne o arabayı kullanacak vakit bulursunuz, ne de düzenli bir hayatınız olur.
Hele bir de cerrahsanız, o uyku denen tatlı şeyle bir türlü buluşamazsınız.
Ben de Güneydoğu’da görev yaparken hem uykudan, hem de arabamdan mahrum kaldım. Zaten kullanmaya vakit
Bu sabah Garrone gerçek yüzünü gösterdi.
Birinci sınıf öğretmenim, beni yolda durdurup bizi ne zaman ziyarete geleceğini
sorduğu için sınıfa biraz geç girdim. Öğretmenimiz henüz gelmemişti.
Bir de ne göreyim! Birkaç çocuk Crossi'yi aralarına almış, ona eziyet ediyorlardı.
Hani şu kolu felçli, sebzeci kadının çocuğu.
Cetvelleriyle ona
....
yedi çeşit frenk askeri
uğursuz bir hava çökmüş
üstüne memleketimin
uğursuz ve karanlık
çocuklar gülmemiş artık
sessiz sessiz ağlamış analar
oduna giderken vurulmuş
ve yahut harman yerinde
avuçları buğday kokan delikanlılar...
— Sen hiç savaşa gittin mi, Zorba? O, büzülerek karşılık verdi:
— Ne bileyim ben? Hatırlamıyorum. Hangi savaşa?
— Vatan için yapılan savaş, demek istiyorum işte!
— Sana bırak o lâfları demedim mi ben?
Geçmiş saçmalar, unutulmuş saçmalardır!
— Bunlara saçma mı diyorsun, Zorba? Utanmıyor musun?
Vatan için böyle mi konuşursun sen?
Zorba